Salı, Ekim 18, 2011

A-Sosyallik mi? Benim işim

Çok yoğun günler geçiriyorum, o kadar ki, dakikalarla randevu vermeye başladım insanlara. Bu beni nasıl mı etkiliyor? Sudan çıkmış balığa döndüm ya, ben rahata alışmış biriydim. Neler oldu bir ayda, her iş üst üste geliyor. Üstelik hiç biri bir sonuca bağlanmıyor. Böyle karmaşık ve garip işte.

Neyse, aldığım karardan bahsedeyim biraz. Hem işlerimi yoluna koymak ve aynı anda dersleri boşlamamak adına a-sosyal olmaya karar verdim. Blogger, msn, facebook, twitter gibi bilgisayarda çok vakit geçirmemi sağlayan şeylerden vazgeçtim an itibariyle. Zorunlu olmadığım sürece sosyal medya ve sosyal günlüğüm ile ilgilenmeyeceğim. Sizleri de boşluyor gibi oluyorum biraz ama böyle olması gerek. Yoksa hayallerimi senelerce ertelemem gerekecek.

Biriyle tanıştım ve galiba tanıştığım kişi o beklediğim melek vasfına birebir uyuyor. Kalbimi titretip, o üç harfi yanyana getirmeme sebep oluyor. Yıllar sonra düşüncelerim yine netleşiyor ve doğru bir iş yaptığımı hissediyorum.Galiba oluyor. Her şey yoluna girmeye başlıyor. O'na karşı hafif duygulardan öte yoğun duygular besliyorum ve bu duyguları ona sunmakta acele etmiyorum. Onu, hayatımı yoluna koymama yardım edecek bir yıldız kümesi(isminden dolayı) olarak görüyorum ve yavaş yavaş gelecekte, geçmişe seyahat planlarımız oluşuyor.

İşte böyle, bu benim 1 ay sonraki yazıma kadar yazdığım son yazı. Bayramdan sonra tekrar yazarım.

Hadi Eyvallah.

Cuma, Ekim 07, 2011

Hayatım'ın Sıkıcı ve Enteresan Günleri

Garip.. Kaç kündür yazmak için başlıyorum ama bir türlü yazının sonunu getiremiyorum, yarım yarım yayınlamak da olmuyor ama en sonunda bir kaç gündür yaşadığım şeyleri özet halinde anlatmaya karar verdim. Son yazımı yazdığımdan beri geçen günlerin hepsini anlatmak yerine şu son günümü anlatayım da bir özet olsun dedim sonra da. Ufak bir karar değişikliği göz çıkarmaz sonuçta.

Okulda bir öğrenci kulübümüz var. Kulübün, dün saat 11.00 de aktif üye toplantısı vardı. Biraz açıklayayım, kulübe yeni katılmak isteyen arkadaşlara kulübün içeriğinin anlatıldığı bir toplantı. Benim çocukluktan kalma bir toplum önünde konuşma fobim var. Fakat bu fobiyi yenmek için, ilkokuldan beri her etkinlikte bulunmak için önce ben atıldım. Şiirler okudum, tek başıma konuşmalar yaptım. Yine de hazırlıksız konuşmalarda zorlanırım. Kimseye hissettirmeden ayaklarım titrer terlerim. Neyse, ona gitmek için sabah erken kalktım, rutin sabah koşusundan sonra eve gelip biraz uzandım ve saat 10 da minibüs beklemek için dışarı çıktım. Önceki yazılarımı okuyanlar ya da beni tanıyanlar bilirler ben bahtsızlığı bahtıma yorabilen bir kişiliğim ve bu sebepten dolayı bahtım hiç açık olmaz. Neyse, geçen 4 minibüs dolu olduğu için beni almadı ve otobüse de sığamadım. En arkadan gelen minibüse bindim zor bela onda da merdivene oturmam gerekti.(Polis, ayakta olduğumu görmesin diye.) Toplantıya 11 de yetiştim ve konuşmaya başladım. Ufak bir konuşmanın ardından istediğim mesajı verdim ve benimle birlikte çalışmak isteyen 1 kişi bulabildim.(Sorun yok, bahtsızım.)

Daha sonra 2 de bir toplantı daha vardı 2.öğretim arkadaşlar için, onlara da konuştuk daha sonra 5 te olduğunu sandığım dersin 3 te olduğunu öğrendim. Yazı çok sıkıcı oldu farkındayım ama böyle gitmeyecek umarım. Neyse dersin 3 te olduğunu 4.15 de farkedince dersimi de kaçırdım ve çarşıya çıktım. İki tane sweat aldıktan sonra bir tam ekmek döner yiyip eve döndüm. Şu an kafamın karışıklığından dolayı kaçırdığım dersi hazmetmekle meşgulüm.

Eve geldiğimde her zaman yaptığım gibi twitterımı açıp iki gün kadar önce twitter'dan konuştuğumuz(tartıştığımız) bir kız ile tanıştım. Beni aşağılıyor kendisi. Ben de ona bir kez yılan dedim. :) İlk kez biri ona hayvan ismiyle hitap ediyormuş, öyle dedi bana. Ben de hiç bir şeyden memnun olmayan birine ihtiyacım var benim dedim. İçten içe mutlu olmalı benim aradığım kişi dedim. Yani herkese göstermemeli mutluluğunu dedim. Tabi onun hiç mutlu olmayan biri olduğunu düşünmüyorum. En azından benden cesur olduğunu söyleyebilirim. Çünkü benim twitter'a fotoğrafımı koyacak cesaretim yokken, o koymuş. Güzel bir kız, zaman neyi gösterir bilemiyorum.

Gerçekten çok üzüldüğüm bir konuyla karşı karşıya kaldım bugün. Hayatını bahtsızlıktan, bahtına yoran bir idolümü kaybettim. Evet o gökten düşen 3 elmanın birinin sahibiydi. Steve Jobs'u kaybettik. Dünya ona borçlu diye düşünüyorum ben. Üzüldüm yani, kanserle mücadelesi olsun, evlatlık verildikten sonraki mücadeleleri olsun, benim için büyük bir örnek teşkil ediyordu. Daha fazla konuşmak istemiyorum. Ailesinin yasına saygı duyuyorum. Ve twitter adresini 3 gün önce takip etmeye başlamıştım. Nasip..

Yine her şey bomb.k afedersiniz. Ama öyle yani, hiç bir şey düzgün gitmiyor. Neye elimi atsam, elimde kalıyor ama hala bir umudum var düzelecek.

Hayat dediğimiz ne ki zaten, uzun bir yolda yürümek bana göre. Bir de aşk var değil mi, onun da tanımını yapa yapa bitiremedik. Yalnız kalmanın anlamını anladığımda, sensiz kaldığım günlerin saniyesini hesaplayan hesap makinesi icat edildiğinde ve Dünyaya yağan kırmızı karı biz de görebildiğimizde, bütün insanlık mutlu olacak ve o zaman aşk'ın tanımı net bir şekilde belli olacak. Bu da benim kehanetim olsun.

Pazar, Ekim 02, 2011

Bu yazının da sonunda sadece üç nokta...

Bir parça koptu yine kalbimden, etkisi bütün bedenime yayıldı. Kalbimden kopan parçanın sırrı, aşık olduğum şahsa soruldu. Ben bilmem dedi ve sıyrıldı bütün suçun arasından. Ortada kalakaldım öylece.. Kalbi kopuk bir birey oldum.

Yalnızlığın sırrını çözmeye yaklaştım son günlerde. Şimdi annem olsaydı,yalnız kalacağına ders çalış derdi boş işlerle uğraşma.. Bir yandan bakıyorum o da haklı. Uğraştığım boş işleri ardı ardına sıralasam bomboş bir birey olduğum ortaya çıkar. En basitinden radyo yayını mevzuu. Onu anlatmadım size doğru. Bir radyo yayını yapıyoruz, birkaç arkadaş ile birlikte. RadyoEM diye. Orada yayın yapmaya başladım da. Pek dolu bir iş olmadığına karar verdim ve artık keyfim olmuyor pek yayın için. Neyse gelelim benim kabimden kopan parça kısmına.

Öyle bir parçayı aldın gittin ki benden, sanki seni tekrar bulamazsam 3 ay içinde öleceğim. Böyle kime yazdığım da belli değil ya. Bu 'yazmak' sözcüğünün anlamına vakıf oluyorum galiba yavaş yavaş. Yazdım sana sevgili, yazdım da sen anlamadın. Sonra sen bana söylemedin dedin ve o parçayı koparıp gittin bedenimden. Garip, yalnız ve sessizlik içerisine düşen bir ben oldum yine. Gözlerimi yaş damlaları doldurdu. Bu yaş damlaları kalbimin acısından değil, diğer organlarımın hasretindendi. Saçma sapan düşünceler deryasıyım ben diyorum ya. Aşkı anlatmaya çalışmıyorum size, çünkü herkes biliyor anlatılmaz yaşanır bir şey olduğunu bence. Yanlışım varsa hemen düzeltin. Neyse ya, boşverin.

Samimi bir eda, yalnız bir kimse, ağlamaklı gözler şu anki ruh halimi anlatabilecek anahtar sözcükler. Buraya yazarak yazıyorum sana diyebildiğim bir sevgili. Garip bir ruh hali benimkisi, öyle ki ne yalnızlık tanımlayabiliyor ne de bu yazının sonun koyduğum üç nokta...