Pazartesi, Aralık 31, 2012

Eksik kalmasın blogumda bir Miladi Takvim Sonu Yazısı

Herkes yazmış bir yeni yıl yazısı ben eksik kalmayayım dedim. Şimdi öncelikle bunun sadece bir miladi takvim değişikliği olduğunu unutmamak ile birlikte, milletimizin bunu sahiplendiği kadar başka milletlerin de bu değişikliği kutladığını ve birbirlerine iyi dileklerde bulunduklarını belirtmek isterim.

Bir Endüstri Mühendisliği aday adayı olarak ders çalışma masasında yazdığım bu yazı benim bir senelik özet raporum olabilir. Hazır ders çalışıyorken Yaratıcıya dualar ile belirttiğim taleplerin gerçekleşip gerçekleşmediğinin analizini yapabilirim. Özet raporumu sunayım şöyle aşağıda;

Talep - Gerçekleşen

Ruh ikizimin gelip beni bulması - Onu bulmak için çabalayıp boşa çıkanların sayısı 6

Bütün derslerden başarılı olmak - Başarılı

Mutlu olma yüzdesi - %42

Yapmak istediklerimin hepsini gerçekleştirme - Yüzde 60ı gerçekleşti

Kötü geçmişi aklımdan çıkarmak - Çıkmasa da çıkmış gibi yapıldı.

Sonuç: Hiç yoktan iyidir.

Bu sene içinde en azından Avrupa Görmüş vasfı kazandım. Ayrıca diğerlerinin bana bakışlarını değiştirdim. Bir kaç kötü alışkanlığımdan vazgeçtim. Bazen saçma sapan düşüncelere girdim ve hala saçma olduğunu düşündüğüm bazı düşüncelerin içindeyim.

Genel olarak iç verim oranı MARR değerinden yüksek bir tutum sergilediğim söylenebilir. Neyse iyisi mi blogumu daha fazla derslerimle bulandırmadan noktamı koyayım ben.

İyi dileklerimi miladi takvime göre yılın son gününe değil yılın belirli bölümlerine yaymak isterim.
Hoşçakalın. ;) Yılsonu eğlencenizi abartmayın.

Salı, Aralık 25, 2012

Kişi-lik Değiştirme Çabaları

Bu benim kişiliğim, diyerek çıkardım işin içinden bundan önce. Değişmez derdim sıyrılırdım. Üstelik her yanlışa ve doğruya bir sözüm vardır benim. Bunu da kişiliğime verirdim.

Bu andan itibaren değişmek için adım attığımı bildiririm. Neler değişir kişiliğimde bilmem lâkin değişmek için çaba göstereceğim. Garip bir kişilik miyim bilmiyorum ama bazen yanımda olan arkadaşlarımdan sebep kız arkadaşım olma potansiyeli olan kişilerin benden soğuduğunu düşünmüyor değilim. İkinci bir ihtimal olarak çok konuştuğumu düşünüyorum(Bazen bir kızdan bile fazla). Bu ihtimali de azaltmaya yönelik davranışlarda bulunuyorum. Hadi hayırlısı..

Yanımda olan ve yanında olmaya çalıştığım arkadaşlarımın bazılarının cinsiyetinin farklı olmasının benim kısmetimi etkilediğini düşünmem gibi absürt(eng. absurd) bir durum var ortada. Geçer diyip doğunun boşver batının f*ck it anlayışını benimsiyorum.

Ama iyiyim ya. Finallerim var bu arada onlara çalışıyorum. Gülüyorum yerli yersiz. Ağlamaklı oluyorum yine arada anlamasam bile bazen bazılarını anlamış gibi yapıyorum. Elbet yine kırdıklarım oluyordur ama bilmeden kırdıklarım sayılmaz. Biraz daha açık olmayı öğreniyorum insan veya insan olmayanlara karşı. Nitekim, yaşıyor gidiyoruz işte ya ayrıntılarda boğulmayın hedefe odaklanın. Bir taraftan bitirmemle ilgili gelişmeleri takip ediyorum. Diğerlerine nazaran tam istediğim tarzda bir bitirme olması için elimden geleni yapıyorum.

Benden böyle, ya sizler? Kişilikler değiştirilmeli mi yoksa insanlar sizi negatif yanlarınızı kabullenmek önşartı ile mi kabullenmeli?

Yorum yazmaktan çekinmeyin der adsız yorum yapabildiğinizi belirterek. Hade Eyvallah derim.

Pazar, Aralık 02, 2012

Bed-bahtsızsam demek ki

Yalvarışlar, arayışlar, geçmişler, gelecekler, anası, bacısı, yedi cedden sülalesi var birilerinin. Sövecekmişim gibi gelmiş olabilir de, hayata sövmeyi Yaratıcıya isyan olarak değerlendirdiğimden affedilmeyecek bir günah işlemeye bırakın cesaret etmeyi, burada bu konuya köşesinden değinmem bile yeter de artar benim için.

Yıllar önce iç dünyam için karanlık bir kuyu benzetmesi yapmıştım, hala öyleyim. İçime giren çıkamıyor, cesaret edebilen sayısı bir parmağın boğum sayısını dahi geçmez. Yaşantılarımı hep geçmişteki hikayelere benzetmelerimden sebep olduğunu düşündüğüm bedbahtsızlıklarım var. Bahtsız kelimesi tek başına yeterli değil benim için başına bir Farsça kökenli olduğunu ve oradan da İngilizceye geçtiğini düşündüğüm bir bed(bad) eklemez isem olmayacağı kanaatine girmiş, girip çıkamamış ve buraya yazmış bulunmaktayım. Ne kelime oldu be diye içimden de geçirdim şimdi. Yani uzattıkça uzatabilmeyi yazarken adet edindim. Tadında bırakmayı bilmiyormuşum gibi hissetmişsem demek ki. Bedbahtsızda saçma oldu be, hani bedbaht(kötü şans) demekse, bedbahtsız da kötü şansa bile sahip olmayan demekse kötü olabilir tabi.

Kurt Adam


İzlediğim diziler arasında olan iki harf ile ifade edebildiğim L&M(bkz. Leyla ile Mecnun) konuşma tarzımı değiştirmiş, bununla birlikte kitap okurken kendimi yerine koyduğum kahraman sayısını azaltmış durumda. Öyle ki kendimi arayışlarda olup her sezon, hatta bazen sezonda iki kez Leyla arayışlarına giren hatta değiştiren bir Mecnun olarak görüyorum. Nasıll? Diye bir ses kireçburnu sahilinden bana sesleniyor sanki. Geyiğin de dibine vurduk ama ya. AT gibi geyik yaptım burda.

Kazanılmış dostluklarım var benim son günlerden kalma, yanlışlarımdan önce yaşanılmışlarım var. Hatalarımdan döndüğüm anlar uuu.. :)) Madem buraya kadar okudunuz, artık Kızılderililer Türkmüş geyiğine gelebiliriz, vaktidir.

Ne sade bir geçmiş,
Ne seçilmiş biriyim ben, 
Yalnızlıklar kumsalının,
Yalnız esiriyim ben.

Karanlığın sesinden korktuğum doğrudur.
Çünkü sapsade bir geleceğin,
Karmaşık bir geçmişin,
Yaşanmışlığıyım ben.

Cumartesi, Aralık 01, 2012

Harfler anlam kazandırır insan olana

Yalnız ama yanlış değil, sensiz ama sessiz değil artık düşüncelerim. Umursamazlığım dünyaları aşar bazen yanlış değilim artık, o bana yeter.

Yazdıklarım, yazacaklarımın gölgesidir deyip yazmaya yeltenmemin ilk sabahından bir anı ile açtım gözlerimi bugün. Bir ben daha kattım benliğime. Eskiden çok daha karmaşık ama okundukça okunası gelen yazılar yaz(ar)mışım. Yanlış anlaşılmasın bazı tanımlamalarım. Ömrümü yazmaya adasaymışım her yaptığım faliyeti rûyaya dönüştürür, hayaller dünyamda yoğurup her anımdan bir roman çıkarırmışım.

Sevdikçe bir organım yavaştan çürüyor sanki.. Karanlık bir gecede aldığım nefes gibi, akciğerlerim boğuluyor. Gerçi herkeste karanlıkta nefes alamama fobisi yoktur benim gibi. Yaşayarak öğrendim ki acının rengi mor bende. Karanlık herkese göre siyah olabilir ama bana göre koyu bir mor sadece. Karanlık geceler de, ay ve günün rengiyle kopkoyu bir mor; işte böyle.

Kısa yazılar adamı sıkar, saçmalıklar ömründen ömür alır sanılsa da, her harf bir şeyler katar insana. Mesela A, mesela Ş, ya da K mesela.. Acı, hüzün, gurur, mutluluk ve bilimum duyguyu içinde barındırdığından tanımlanamıyor elbette bu harflerin bütünlüğü. Ömrümü harcadığımı sandığıma selam olsun. Bir harf kâf dağının ardına kadar koşsun da anlatsın tüm olanları ona. Ne demiştik, harfler anlam kazandırır insan olana...

Çarşamba, Kasım 28, 2012

Arayışlar ve Uyanış

Upuzun bir aradan sonra döndüm yine bloguma. Bu kadar ara verince anlatacak çok şeyi oluyor insanın aslında ama boş dünyam şu anda..

Yeni yurdum yeni dünyam, avrupa maceramdan sonra yeni bir kerim var karşınızda. Yanar dönerli yazılar anlaşılmayan ama içinde derinlikler saklı yazılarım gerilerde kaldı. Yanılgılarım gözlerimin önünden geçti hepsi bir bir kayboldu.

Bu aralık içerisinde hep arayışlarda bulundum ben. Bu şans ile bulabileceklerimden pek ümitli olmasam da ümitliydim. Ama ne oldu hepsi fos çıktı arayışlarımın. Bu da olur, geçer diyip vazgeçtim arayışlarımdan. Hatta bir can dostum vesile oldu vazgeçmiş olmama. Ona teşekkürlerin en büyüğünü ediyorum.

Bana tavsiyelerde bulundu beni uyardı gözlerimi açtı. Ararsan bulamazsın bulunmayı bekle dedi. Bekliyorum. Özlemlerin en büyüğü ile gelsin artık kim gelecekse. Belki de o kadar yakınımda ki, kokusu hep burnumdaymış gibi hissediyorum. Öyle mutlu oluyorum ki bazen ruhumu o kişinin bedeninde hissediyorum. İşte bu cennet hissinden sonra gözlerimi açtığımda kendimi çok ama çok yalnız hissediyorum. Kurtar beni artık bu cehennemden aramıyorum artık ömrüm ömrüne feda olsun gel. Akciğerlerim senin kokunla dolsun. Gelince bir geldim de sadece o bana yeter sonrasında gözlerin konuşsun yorma o güzel dilini...

Perşembe, Ekim 25, 2012

Belki de Son Bayram bu Bana

  Bayram. İlk bayramdan bu yana binlerce belki de milyonlarca farklı tanımı yapılmıştır bayramın. Hiçbiri de herkese yetecek düzeyde olmamıştır. Çünkü bayram, Ahmet dedeye farklı bayram, Ayşe ablaya farklı bayram, mahallede top koşturan küçük Mehmet'e farklı bayramdır.

  Herkes farklı şeyler yapar bayramda, adetler gelenekler değişiktir. Kimisi köyünde geçirir bayramı kimisi evinde.  Gün geçtikçe değişir bayramın önemi kaderi sizin içinizdeki tanımı.. Mesela önceden bayramlık alınırdı bana, benim için bayram baştan aşağı yeni kıyafetler demekti. Şimdi ne mi oldu? Bayramlığa gerek kalmadı artık. Attığım başlığın sebebi budur. Eskiden sevinirdik bayram gelecek de kıyafet alacağız da bayramda arabaya bineceğiz de diğerlerine hava atacağız. Şimdi cebimde param kapının önünde araba. İstediğini al istediğin zaman istediğin yere git.

İşte o meşhur "nerde o eski bayramlar" sözü bu sebeptendir. Erken mi yaşlandım yoksa, bayram bana bayram değil midir? Yoksa her günü bayram bildiğimizden sebep midir?

Belki de son bayram bu bana, hem bana her gün bayram damgasından kurtulabilir hem de şu küçük heyecan artık gelmez belki yüreğime. Sakın bu yazıyı ben öleceğim artık çok yaşlandık olarak değerlendirmeyin. Hala çocukluk yaşarım hala çocuk kadar hareketliyim.

Hadi bu bayram da bayram olsun bana sonraki nasip artık.

Pazar, Ekim 21, 2012

Rüyalardaki Sesin...

-Geleceksen gel artık!!
+Geleceğim tabi ama emin değilim.
-Emin olman gerekmiyor artık, yaşadım bütün tecrübeleri "Gel".
+Şimdi gel diyorsun da, ya gelince "Git" dersen.
-Demiyeceğim.
+Bir söze inanmayacağımı bilmen gerekir, demek ki yeteri kadar pişmemişsin. Gelemem. Canımdan çok sevsem de; seni koyacak yer bulamasam da kalbimde, gelemem şimdi.
-Zaman geçtikçe artık yanıyorum.
+Dur bakalım daha pişmedin.
-Sen de haklısın.
+Yakın olurum belki azıcık sana ama uzaktan izlerim ama seni.
-O da yeter. Sadece su serpmiş olursun gönlüme en azından bir kısmı rahatlar bedenimin.
+Yoksa henüz ruhun yanmıyor mu senin.
-O çoktan kül oldu be yanmak ne kelime.
+Kıyamam. :( Geleceğim.
-Bir sözüne kanmayacağım biliyorsun. Ama sana güveniyorum.
+Böyle konuşmamız bile yanlış aslında.
-Haklısın, sen şimdi git rüyalarım kabus olacak nasılsa..
+Tamam. En azından burda seninleyim bunu bil ve zamanı geldiğinde geleceğimden de emin ol isterim.
-Emin... Kaf dağının arkasında, sina çölünün karşı tarafındasın, nasıl emin olabilirim k_.
+Leyla ile Mecnun, Aslı ile Kerem, Yusuf  ile Züley..
-Tamam biliyorum. Hepsi büyük aşklardı peki bizimkisi?
+Büyük kelimesi tarif edemez bizimkisini.
-Kısa cevaplarım yıldırmasın seni?
+Peki, diyecektin.
-Peki.

Cumartesi, Eylül 22, 2012

Kısa ama Öz Ruh Halim

Yakın geçmişte düşmelerim fazlalaştı boşluğa. Hayatın beni götürdüğü yere değil de hislerimin götürdüğü yerlere gidiyorum öylece. Her yapmak istediğimin peşinden koşuyorum fakat, istediğim her şeyi istediğim gibi yapamıyorum.

Bazen öyle his boşluğunda buluyorum ki kendimi hiçlik sarıyor bütün bedenimi; yazdıkça yazasım söylendikçe  gözlerimden bir göl akıtasım geliyor. Önlüyorum kendimi, artık somut yazmak istemiyorum. İnsanların yüzlerine söyleyemediklerimi buraya dökesim geliyor, anlık heveslerin kurbanı olmayıp vazgeçiyorum. Umrum olmuyor hayat, yaşamak istediğim çok an olmuyor.

Artık beklemiyorum, beklenmek istiyor kalbim. Bekleniyor muyum bilmem ama artık bir kalpte yer edinmek istiyorum. Kendime sığınacak yer arayan bir kedi gibiyim. Yağmur var artık bana göre dışarıda ve ben ıslanmaktan korkmasam da yanımda ıslanacak biri olmadığında kendimi yalnız hissetmekteyim. Özledim, başımı göğsüne koyamasamda orada hissedecek birini arar hislerim.

Cuma, Eylül 14, 2012

Ben Neyim?

Yine ve yine uzun süre oldu yazmayalı, ben şarkıları dinlerken aklımdan geçenler değişmeyeli çok uzun süre oldu. Özlemek diyince aklıma ilk gelen değişmedi bu süre içinde. Şarkılar ne kadar değiştirmeyi istesede.

Okuduğunuz gibi değişmedi yazma yeteneğim ve değişmedi hayatım çokça. Bir günlük gibi kullandım bundan önce blogumu. Ailem dalga geçmeye başladı kimi zaman. Olabilir. Nelere katlanabilecek kadar güçlü olduğumu bir ben bir de Allah bilir.

Yazıp yazıp sildiğim oldu bu dönemde, eskileri hatırlatmaya çalışanlar da. Çeşitli yanlışlara düştüm, gelecek düşüncelerimi bir çırpıda değiştirdim. Oldu bunlar, bundan sonra da hep olacak. Yine kendimi yüreklendiren cümleler ile devam etmeyeceğim. Belki bu yazıyı kısacık yazacak ve kısalta kısalta bu blogun da ömrünü bitireceğim.

Ailem bana Kerim adını vermeyi düşündüğünden beri mi aldım bu özelliğimi bilmem ama her rüyam gerçek olacak gibi yaşamaktayım. Ömrümü böyle sürdürüp böyle sonlandıracağım. Niye herkesin korkarak ben varım dediği şeylere iki elle sarılıyor ve hiç vazgeçmiyorum sanıyorsunuz. Çünkü zerre miktarı da olsa kerimim.

Yanar yüreğim aşık olunca, tutuşur eğer birine ufak bir sevgi besleyip onunla hayat planı kurduysam. Öyle bağlanırım ki bir şeye eğer gelecek planımın bir parçasıysa. Dünyayı değil, kabri bile görmez gözüm. O yüzden duygusalım, o yüzden gözyaşlarımla güçlenen bir erkeğim. Eğer ağlamasa bu gözlerim, yanar tutuşur da kaybolur bütün hislerim. Hiç sordunuz mu bu soruyu kendinize ben neyim? Nerdeyim?


Salı, Eylül 04, 2012

Yine Kararsızlık Yine Bir Boşluk

Ne yazıyım ki boşlukta? Kafam çok karışık aslında. Yine döktürdün diyecekler var tabi bana ama, şiir gibi yazmak istemem aslında. Neden devrik gelir düşünceler insanın aklına karıştırırsın sözcükleri işte o anda.

Saçma sapan yazılar saçma düşüncelerle aklınızı yordum bu zamana kadar ya da ben öyle düşünüyorum. Okuyan okumayan herkese teşekkürler. Sadece içimden gelenleri yazdım ben, bazen öyle yazılar yazdım ki kendim bile şaşırdım yazdıklarıma. Duygu dolu düşüncelerde boğulabileceğiniz yazılarımı saklıyorum bu blogda. Hayat var ya.. "Dümdüz" Evet evet, tam kelime bu. İşte bir kaç iş ile uğraşıyorum ama iş sonuca varırsa hak iddia edemeyeceğim işler. Bir şey yapmıyorum ki bir kaç gün yanında olmakla hak mı talep edilirmiş. Neyse, İnşallah her şey yoluna girer ve ben de hayatımın dümdüz olmasından kurtulurum yine.

Engebesiz hayat bi boka benzemiyor. Yine bir ikili var aklımda birini seçemiyorum. Elinizde iki koz varsa oyun sizindir ya hani, benim kozlar işe yaramıyor muhtemelen. O yüzden hangisini atsam diye düşünüp duruyorum. Bir türlü sonuca varamıyorum. Akışına bıraktım gitsin. Ne olacaksa olsun, şeffaf sade bir hayat yaşıyorum son günlerde. Okula gitmek zor geliyor, bazen öyle geliyor ki sanki niye gidiyorum ki okula oluyor. Düşüncelere boğuluyorum acaba okul bu sene bitecek mi? Neyse kafanız da şişti. Buraya kadar okuduysanız geyik ihtiyacımı giderdiğimi anlayabilirsiniz zaten.

Boş beleş bir insanım diyorum ya ben arada, harbi öyleyim ha.. Ama sor bana bir soru biliyorsam en kralından uygularım sana. Kimseyi beklemiyorum. Armutlar pişti çünkü, düşerse yerden alır vuruk çürük yeriz. Düşmezse çıkar ağaca alırız olgun armutu dalından. Hadi Eyvallah.

Pazar, Ağustos 26, 2012

Yaralandım

Uzun süredir yazmadığımı, aslında yazmadığımı değil yazamadığımı farkettim. Bu arada hayatımı değiştirmese de akışını değiştiren şeyler oldu tabi. Mesela bisikletten düşmem.

Şu an tam tamına 22 yaşındayım ve ehliyetim olmasına rağmen bir araba olmadığı için gideceğim her yere bisiklet ile gidiyorum. Tamam gidiyorum ama 13 yaşımdan beri bisiklete binmeme rağmen ufak tecrübelere dahi kıymet vermeyerek hala poşet taşıyorum. Onu bırak nasıl taşıyacağımı da bilmiyorum. Aptal ben, poşet taşırken manevra yaptım bir sağa bir sola.. Sonra poşet, ön tekerleğinde çamurluğu olmayan ve biraz da hız kazanmış bisiklete takıldı tabi haliyle.. Poşet paramparça ben yerde bisiklet benim üstümde iki elde ve kolda yaralanmalar. Yavaş düştüm ama takla attım. :) Görünmez kaza mı dikkatsizlik mi artık siz seçin. Sonra işte düşer düşmez eve geldim falan. Annem şokta, benim yanımda içinde şarj aletimi getiren bir teyze. Teşekkür ettim mi etmedim mi hatırlamıyorum. Yaraları sarmaya çalıştık, derken bi baktım kolumu açamıyorum. Dedik hadi doktora gidelim falan, doktora gittik. Kırılmamış Allahtan. Öyle bi macera şimdi dirseğimde bir elastik bandaj sırtımdaki yaranın kabuk bağlamasını bekliyorum.


Bu arada o gün bununla bitmedi, ben bisikletle maça giderken yaralandım. Ama maça gitmekten vazgeçmedim tabi. Doğru Bursaspor Twente maçına... Maça gittim kolda iki sargı atkı sallayacağım sallayamıyorum. Maçı izledik eve geldik falan, annemler köye gitti. Şimdi de evde yalnızım ve bu akşam yine maça. :) Yeni aldığım bir forma vardı o da düşünce hafif yırtılır gibi oldu ama hala giyiyorum. Bu renk var ya, aşk rengi benim için.

Aşk meşk durumlarına değinmişken, gelelim konuştuğum o kıza. Hala konuşuyoruz. Ama zaten bundan önce edindiğim tecrübelere bakarsak, eğer benden yapmacık herkesin gerçek aşk sandığı gibi bir aşk beklerse kendi bilir. Ona yapmacık olmayan gerçek bir aşk sunmak niyetindeyim. Hayırlısı bakalım.

Pazar, Ağustos 12, 2012

Feedback from Deutschland

Yazdım bu kadar yazıyı ki Ademoğlu okusun. Ama okunmasından çok yazmam önemliydi benim için. Perşembe günü saat 15 civarı ayak bastım memleket toprağına. Sıcağını hiç özlememişim. Hep Almanya ile ilgili ilginç gelen şeyleri yazacağımı söyledim. Artık yazabilirim. Sonra da biraz dert yanarım biter gider yazı.

Almanya, düzenin ülkesi. Kurallara uyarak yaşanılabilecek, kurallara uyarak rahat edilebilecek bir yer. İnsanlar herhangi bir şekilde rahatsızlığa uğradığında o rahatsızlığın en geç 1 ay sonra düzeltildiği bir yer. En güzel gelen kısmı kurallarla yaşamaya, onlara ayak uydurmaya ve kurallara uydukça seni ezen gözlerle bakmayan bir millete sahip insanlık bütününün orada var olması. Şöyle anlatayım, eğer bir otobüs ya da tren saat 15.23te orada olacak deniliyorsa ne 20 geçe ne de 30 geçe orda olan bir otobüs var. Dışarıda hayat bu kadar düzenli olunca insanların da hayatı böyle oluyor. Gece 10 da uykuya dalıp sabah 6 da işe giden bir tayfa var. Sonra birbirine saygılı davranan ve tanımasına gerek duymadan gözgöze geldiği herkese Hallo(Merhaba) diyen insanlar. Garip memleket velhasıl kelam. Aklıma geldikçe orayla ilgili ilginç gelen kısımları yazarım zaten bir hamlede 6 ayı anlatmam mümkün değil herhalde.



Türkiyedeki yaşantıma, hayallerime gelince... Staj yapmam gereken bir ay var önümde ve eğer salı günü uygunsa staj komisyonuna gideceğim ve bu staj belgesini onaylatacağım. Aslında staj yapmak istemiyorum ama zorunlu kılınan bir şeyi yukarıda anlattığım gibi bir ülkeden geldikten sonra yapmam pek yakışık almaz. Uykularımı azalttım hatta neredeyse hiç uyumuyorum. Her gün 3 ya da 4 saat ve bu kadar kısa sürede rüya üstüne rüyalar kendimi değerlendirmeler başkalarının yanına koymalar falan. Yine kafam karışık. Herkese yardım etme çabasında olduğumdan dolayı mı bilmiyorum ama garip bir karışıklık var kafamda. Tasarruf cihazı yapan biri ile tanışmıştım Almanyaya gitmeden önce ve bir kaç gündür de bu cihazın yanında tasarruf yapan sistemler geliştirmekle meşgul oluyorum. Ailem biraz kızıyor bu mevzuya, ben de boş durmaktan iyidir diyorum. Tamam haklısın ama önce zorunlu işlerini yapman gerek diyor babam. Kime göre zorunlu neye göre zorunlu belki şimdi yaptıklarım bana göre daha zorunlu. Neyse Salı günü Sakarya yolcusuyum. Babamın zorunlu olarak tabir ettiği işleri yapmakla meşgul olacağım.

Hade Allah'a Emanet..

Perşembe, Ağustos 02, 2012

Bir göl oluşturdum kendime gözyaşlarından

Bazen tanı"n"mak istemezsin, yanındakileri görmek istersin. Tanınmadan yanında olabilecek insan sayısını merak edersin ya işte, ruh halim böyle. Uzaktan tanıdıklarının içindeki duygu karmaşasına bir kez olsun bir fırça batırıp, oradan başlamak istersin. Bazen kimsenin bilmediği bir blog açıp oraya dökmek istersin bütün yaşantılarını acılarını sevinçlerini göz yaşlarını. Arasına virgül koymadan yazmak istersin bazen, o kadar hızlı okumak istersin ki yaşadıklarını virgüle gerek duymazsın bazen. Koyduğun noktaların yanlışlarını diğerlerine anlatacağını düşünerek nokta da koymazsın bazen ya orası başka

Karanlığın içinden gülümseyerek mavi bir gökyüzündeki yıldızları görmeye çalışırsın bazen gözlerini kısarak. Bazen yazarken düşen gözyaşlarından bir göl oluşturursun önünde. Gönlüne düşen herkesi oluşturduğun gölde boğmak istersin ama olmaz. Yanlış yaptığını anlarsın, başından kaynar sular dökülür ama kimse senin yaşadıklarını yaptığın yanlışları sana anlatmaz. Yüzüne vurmaz. Senin yüzsüzlüğünü sana anlatmaz. Uzun bir tatile çıkmak istersin bazen. Herkes yanında olsun ama kimse seni tanımasın istersin. Bir yazı okursun ve karşılık verirsin o yazıya. Karışır düşünceler fikirler, karmaşık bir hal alır hayat. Neden yaşadığını kime hizmet ettiğini ve yanlış yaptığında cezalandırılıp cezalandırılmayacağını bilmek istersin. Anlamadan uzun bir geçmişteki tecrübelerine dönerek araştırmaya dalarsın ama kimsenin bulamadığı bir şeyi bulma uğruna çıktığın bu yolda, sade bir çelme ile yere kapaklanırsın. Ve pes edersin bazen. Toprak olmak istersin sadece. Yaşamadan anlayamayacağını anlayamazsın. Olur öyle.. Takma kafana dersin kendi kendine ve kafandaki karmaşa ile bir rüyaya dalarsın.

Ruhsuz bir beden gibi kendini bırakırsın hayata.. Hayat, dünyanın en büyük gölüne akan ırmağın şiddetinde sürükler seni. Ve yolun sonunda seni bırakıp gideceği o dünyanın en büyük gölü, gözyaşlarından oluşmuştur. Ağlarsın ve bir damla daha katarsın o oluşturduğun göle. Her şey sona erer ve boğmak istediklerin yerine kendini boğarsın o oluşturduğun gölde.

Perşembe, Temmuz 19, 2012

Saçmalar Gibi

   Yana yakıla yaşıyoruz hayatı nedendir bilinmez. Ya da -z ekini kaldırıp -m yapmam gerekli galiba emin olmadan bilemem. Karanlığa doğru hiç korkmadan gidiyormuşum gibi hissediyorum son günlerde nedense. Uzun cümleler kurmanın marifet olduğunu sanıp, saçma sapan da olsa uzun cümleler kurma uğraşındayım. Konuşurken düşünmemeye özen gösterir gibiyim. Kendimi eleştirerek huzur buluyorum sanki.

   Okulda yaşıyorum adeta, her iş çok ağır gibi geliyor ve ordan oraya koşturarak gerçekten eğlendiğim işi arıyorum. Galiba enerji sektöründe acayip eğlenirim ben. Teorik kısımları dahi eğlendiren bir enerji sektörü seçeneğim var önümde. Ama o kadar kararsızım ki, sanki bölümüm enerji alanıyla ilgili hiç bir içeriğe sahip değilmiş gibi hissediyorum. Gerçi ne alakası varsa, sanki herkes bölümüyle ilgili bir meslek yapmak zorunda.


   Neyse, umurumda olan şeylerin sayısı fazlalaştı. Bi de fazlalaştığı için zor geliyor yapmak görevlerimi. Pazartesi günü rahata ereceğim İnşallah. Hem ablam da gelecek pazartesi. Şimdi onun için güzel bir gezi planı hazırlamak lazım. Hadi bakalım Kerim göreyim seni.

   Berlin'de sahur, Münihte iftar nasıl yapılır? Diye bir yazı yazmak istiyorum buraya. Ortaokul arkadaşlarım iftar  için buluşmak istiyorlarmış. Dün biraz mesajlaştık. Dedim ben Almanyadayım, herhalde hava atıyorum sandılar. Böyle ezme çabaları falan, hiç değişmemişsin dedi biri. Dün geceden beri düşünüyorum da, aslında çok değiştim be. Eskiden olsa konuşmayarak cevap verirdim onlara, bunu becerebilirdim. Şimdiyse, az da olsa niyetimi belli etme durumundayım. Uff bunları niye size anlatıyorum ya.. Neyse. Bu yazı da burda bitsin. Çenemin açılması ellerimin fazla ve saçma sapan yazmasına sebebiyet veriyor. Bi de insanlar yazdıklarım üzerinden beni değerlendiriyor (nokta).

Pazar, Temmuz 15, 2012

Raporlama Aşaması

   Suskunluğum artalı, yazılarım unutulalı uzun süre olmuştur diye yazıyorum bu yazıyı. Yoksa boşluktan değil yani. Hayatım düz bir şekilde devam ediyor. Evet hiç bir engel, hiç bir tümsek veya çukur yok önümde. Fakat ne istediğim yükseklikteyim, ne de istemediğim yerde.

   Hayat yolunda birlikte olduğum arkadaşlardan aldığım izlenimlerle bir gün, Kaf dağının tepesinden bakacağım. Sabırsızlanıyor muyum? Hayır, aksine gayet rahatım. Adım adım ilerleyip bir gün orada olacağımdan eminim. Etraf sessiz olmadığında yazı yazamıyor ve saçmalıyorum. :( Ve sessiz bir ortama hasret kulaklarım. Gözlerimi kapatıp kendimi sessizlikte hissetme çalışmalarıyla yazıyorum bu yazıyı.

   Aşk hayatım konusunda pek bir gelişme yok. Yani geçerli bir gelişme yok gibi gözüküyor. Ama raporlama kısmına geçtim sanırım. Eğer bu blogun O'nun tarafından okunmadığını bilsem, buraya daha ayrıntılı yazardım. Ya da koyver gitsin ya.. :) Okursa okusun. Son bir kaç aydır bir kızla görüşüyorum. Ama Almanya'da olduğumdan sadece facebookta. İşte iki gün önce ona raporlamaya başladım "Benim internet paketim bitti. Pazar günü de burada hiç bir yer açık olmadığından internet alamayacağım. Pazartesi aldıktan sonra görüşürüz artık. Bunu niye sana yazıyorsam, neyse öyle işte.." diye bir mesaj yazdım. O an anladım işte, raporlama safhasına başladığımı. Ne kadar doğru bilmiyorum ama işte birinden hoşlanınca ve uzakta olunca böyle oluyor. 

   Cesur biri miyim? Şimdi bunu sormalıyım kendi kendime.. Ne aşkını anında itiraf edecek kadar cesur, ne de sevince o korku bariyerini aşamayacak kadar korkağım ben. Yani eğer aklıma düştüyse biri ve kalbime giden yola girdiyse. O zaman çekinmem söylemekten. Ama olmak istediğim ben, korkmadan gider söyler yüzüne. Ama tanıdığım ben, bunu yapamayıp böyle blog köşelerine düşürüyor aşkını. Kötü bir şey mi, iyi bir şey mi tartışılır. Bu daha kolay gelir bazen ve en çıkar yoldur uzaktayken..

   Saygılar sunar, yazımı uzun tutmaktan kaçınır, içimi buraya döktüğüm için sevince yakın görürüm kendimi.

Mühendis'ül Edeb...

Cuma, Temmuz 06, 2012

Beklemeden Gel

Sadece sessiz bir Cum'a sabahı düşlerimdeki.
Uyandığımda sen değildin artık gözlerimin önündeki.
Yeni bir aşk gibi bu kursağımdaki,
Hevesim ol kurtar beni bu boşluktan.

Gökyüzü karanlığa yakın bugün,
Cuma günü başlayan bir aşka hasret ömrüm.
Kapattım gözlerimi karşımda bir düğün,
Beklemeden gelmeni isterim senin.

Mühendis'ül Edebiyat

Cumartesi, Haziran 30, 2012

Beklenen

Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.

Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?

Necip Fazıl Kısakürek

Cuma, Haziran 29, 2012

Sade Bir Sevgi İstediğim Sadece

Bir ilişki istediğim sadece,
Yalansız ve şeffaf.
O kadar şeffaf ki,
Duygularımız dahi anlaşılsın,
Gözler buluştuğunda.
O kadar yalansız ki,
Dilimiz düğümlensin,
Yalan söylemeye kalktığımızda.

Anlaşmaya çalışmayalım hiç,
Anlaşılsın nasıl olduğum yanında.
Göze batmadan yaşayıp gidelim.
Ne mükemmel olalım,
Ne de vasat.
Ne her gün tartışalım,
Ne de hiç tartışmadan yaşayalım.

Sade bir ilişki istediğim sadece,
Günahsız, yanlışsız.
Kalbimin derinliklerinden çıkan,
Sade bir sevgi sözcüğü yetersiz olsun.
Buluştuktan sonra, ayrılık sözcüğü anlamsız olsun.


Cuma, Haziran 22, 2012

Bir Rûyadan Arda kalanlar

Sadece bir rûya gördüm bu gece. Saniyeler sürdüğünü bildiğim. Ama ömrümün sonuna kadar sürse şikayet etmeyeceğim.
Upuzun bir rûyaydı ama zihnimde şimdiki zaman ile geçmiş zamanı birleştiren, kıymetini bilmediğim anları devam ettiren ve beni gerçeklerle yüzleştiren. İçinde ruhumdan çok değer verdiğim bir kız barınıyordu. Benim onu ne kadar çok sevdiğimi bilmesine rağmen hala gözü başkasındaydı. Her başkasının adını andığında yüreğim burkuluyor. Ama üzülmesin diye ona bir şey diyemiyordum.(Türkiyede yaşamasına rağmen rûyada) Almanyadaydı, her gūzel şey gibi bu rûyanın da sonu olmalıydı. Şu an kaldığım yerde öyle bir ev olmayan bir eve bıraktık onu.
O kadar gerçekçiydi ki burda öyle bir ev olsa gider arardım onu. Rûya gibi olsun bu yazı da kısacık ve manalı. İnsanın hissettiklerini hissettirmesi Dünyanın en zor 7 şeyi arasında olmalı.

Salı, Haziran 12, 2012

Neyim ben? Üstinsan falan mı?

Bazen sûizanna sebep olur ya duydukların. Hani hayattan vazgeçme aşamasına geldiğin anlar olur da, takmazsın. Öyle bir an ona benzer bir zannın ardından yazıyorum bu yazıyı.

Bize söylenen her şeyin doğru olmasını beklemiyorum tamam. Ama söylenen her sözde eğer başka birinden bahsediliyor ise, bahsettiğin kişinin yerine koymasını beklerim ben insanlardan. Tanıdığım varlıklara insan olmayı öğretmek yerine Nietszche'nin tabiri ile üstinsan olmaya yaklaşmalarını sağlamaya çalışırım. Bu yazıyı belki yayınlar belki de yayınlamam. Gerçi farketmez, ne yaparsan yap sen hayatını bağışlasan dahi birine, diğerleri gibi ise huylu huyundan vazgeçmez.  Bunu bilir bunu söylerim ve acaba tebligat görevimin içine bunlar girer mi merak etmekteyim.

Her şeye rağmen kendimi diğer varlıklar kefesinde değerlendirememekteyim. Sebebini bilmeden kendimi üstinsan sınıfına koyma çabası içerisindeyim. Her şeye rağmen , görevimi yapıp bu dünyadan ne zaman göçerim merak içerisindeyim.

Halbuki ben ki, zavallı şanssız bir bedevi. Öyle ki karşıma çıkan her insan yanlış anladı, yanlış değerlendirdi beni. Hep yardım ettim onlara. Onlar bana düşmanlık yapsa da. Böyle geldi gidiyor hayat, bir gün  gelecek, denize atacağım iyiliği kimin bulduğunun önemi kalmayacak...

Cuma, Haziran 08, 2012

Sorgular, Boşluklar, Yapılacaklar

   Soruyorum kendime neden yazmalıyım ki? Neden yaşamalıyım ile aynı klasmanda bir soru bu sanki. Neyse, yazmak istiyor ve yazıyorum işte bu kadar basit. Sade geçmişime renk katmaya çalışan afacan bir ruha sahibim. Aslında ilk tanıştıklarıma geçmişimden kareler anlatmaya başlamasam çok iyi bir insan olabilirim.



   Uzunca bir zaman geçti son paylaştığım yazıcığın üzerinden ve ben yine bu aralıkta geçen boş zamanımın bana neler kazandırdığını anlatmak istedim sizlere. Okumayı çok seven biriydim ya hani önceleri ondan olsa gerek bir Almanca kitap aldım kendime stadtbibliotek'ten(şehir kütüphanesi). Okuyor muyum diye soracaksınız şimdi. Cevabı net olarak döneceğim size ve hayır diyeceğim tabi. Çünkü boş vaktin verdiği rehavet hastalığından faydalanıp yanımda biri olmadan hiç bir işe yaramayacağım düşüncesine kapıldım. Neden mi böyle bir düşünceye kapıldım. Bilmiyorum ya, sebebi belirsiz. Yanlış olduğu apaçık ve bu gece işe gittikten sonra kurtulmam gereken bir hisse sahip bu.Kendimi bir rehavet atmosferinin içerisinden çıkartmam gerek.

   Hayatımın bir bölümünü çalan telefonum için, ekstra bir şarj aleti almam gerek mesela. Sonra önümde konuları apaçık belirli olan 3 ödevimi 3 hafta içerisinde bitirmem gerek. Sonra artık, hocaların isteklerini yerine getirip ablam için bir gezi planı hazırlayıp, görmek istediğim o güzel 3 şehri(Paris,Roma, Barcelona) görmem gerek. Bu arada yapmam gereken şeylerin sayısı çoğaldıkça benim bu atmosferden çıkmam da zorlaşıyor biliyorum. O yüzden bazı ağırlıklardan kurtuldum şu an, yapacaklar listesinde sadece saydıklarım var.

   İstediğim zaman suratıma şapşal gülümsememi oturtup, insanlara kendimi aptal gibi hissettirebiliyorum. Neyse, bu yazıyı size yarım saat sonra kapanmak üzere olan okul kütüphanesinden yazıyorum. Elveda diyor yapacaklarımı yapmaya koyuluyorum. Hadi Tschüss..

Cumartesi, Haziran 02, 2012

Dertler Deryasının Aşk Kumsalından

  Yazılan bu yazılar ruhumu dinlendirmek için ve kime yazıldığı belli olmayan yazılardır. Demem o ki, ne kimse yanlış anlasın, ne de üzerine alınsın.

  Bir kor düştü yüreğimin en orta yerine yine. Gözlerimden akan yaşlar buharlaştı o kor sayesinde. Huzur buldu gözüm, bir kez bile olsun onu görünce. Engel olanlar oldu tabi onu görmeme, hatta az da olsa gönlümün onda olduğunu belli etmeme. Kimseye belli etmeden sevdim onu yine de.. 

  Yalan kelimesini bile kullanmadım onun yanında ve her göz göze geldiğimde belli etmedim yüreğimin eridiğini. Yine de içten içe sevdim seni.  Zaman geçirmek istedim seninle uzun süre ama nasıl mümkün olabilirdi ki bu? Ben bahtsız bir bedevi sen ise güzeller güzeli. Engeller vardı aramızda hiç şüphesiz. Her seni düşündüğümde kendimi küçük gördüm; çirkin sandım. Yakışıklı değilim ki, o bana niye baksın dedim. Ayrıca (söylemeden bilemem) sen bana o gözle bakar mısın ki? Hangi Leyla bir Mecnun yakışıklılığından etkilendi ki?

  Şimdi iki arada bir deredeyim. Bir platonik aşkın da gerçek aşk olması için çaba sarfetmekteyim. Olur ya da olmaz. Önümüzdeki engelleri ya birlikte aşan biri oluruz ya da platonik aşk okyanusunda boğuluruz. Tercih, şimdilik ikimiz, sonraları senin ben, benim sen olması için çaba gösteren senlikteki benliğin.

Cumartesi, Mayıs 26, 2012

Karmaşa Çorbasındaki Şehriye

Bir hatır gelir aklıma yıllar öncesinden bir kaç kelime dökülür dudaklarımdan, sessizliği bana özletir. Gözlerim gizli yaşlarla islanır ve bir işe yaramadığım düşüncesi oluşur zihnimde.

Gözleri kapalı bi şekilde kendimden çok aşkı düşündüğümü düşünürüm. Öyle yalnız kalırım ki bazen yanlış yaşar sanki ölecek iken yanlışlıkla ölürüm. Fiziki manada ölmek değil de manevi ölmekten dem vururum. Yazı yazmayı sebepsiz bir yanlış olarak görür yalnızlığı bu sebebe bağlarım içimde.. Acı, benim için bir haz meselesi olur ki; her yanlışında acıdan haz alan şanssız bir bedevi olduğumu sanar, her hatamda bunu savunurum. Çoğunlukla hata yapan başarısız ama kendini don kişot sanan bir kahraman olurum kimi zaman. Öyle anlar olur ki, başka başka insanların kendi içlerinde oluşturdukları şehirlerin kahramanı ilan ederim kendimi ki, şehrin savunucuları korunmak istemez de arkamdan vurur beni. Öylesine yazar, ölesiye yazdıklarımın arkasında olurum. Bazen kendimi anlatır; anlattığım beni bir başkasında bulurum. Sende bir ben buldum derim ona ama buna rağmen unutulur, kaybolurum.

Salı, Mayıs 22, 2012

Dile Düştün Sonunda

Uzun süredir yazmıyordum buralara, en son fakir edebiyatı yaptığımda babamdan hatrı sayılır bir uyarı aldım. Bana fakir edebiyatı yapma dedi babam, haklıydı da. Fakirlik öyle her insanın içinde bulunabilecek bir şey değil. Hem kime göre fakir neye göre fakir denilebilir. Delilik gibi bir şey sonuçta fakirlik te.. Mesela ben deliyim diyebilirsin de kime göre delisin neye göre delisin diye de sorulur karşılığında.

Bu dönem içerisinde hayatımda günlük olarak buraya not düşebileceğim önemli bir hadise olmadı açıkça. Bir şeyin farkına vardım yalnızca, o da mühendis olduğumdur. En azından köşeye sıkıştığımda mühendis olma zorunluluğumu kullanabildiğimdir. Ama bunun için köşeye sıkışmam gerekmiyor biliyorum. Bunu bir yetenek haline getirmektense alışkanlık haline getirmeliyim. Yanlışsız olmak haddim değil ama 'yalnızsız' olmalıyım.

Yalnızsız derken kasıt yalnız kalmamak değil, hep yanımda birileri olduğunu hissetmeli onunla yaşamalıyım ki, hayatımın her anında mühendislik yetilerimi sonuna kadar kullanabileyim. Şimdi bir hikaye duyuluyor kulaklarımda, bana ben burdayım dedirtiyor.

Gözlerimi kapatıp hayallere dalıyorum yine, aslan burcu olmamın ruhuna ters bir şekilde duygusal biri oluyorum. Sessizliğe gömüyorum kalbimi, sensiz gecelerdeki kalbimin sarsıntılarını depremlerle rezonans ediyorum ki hissetmeyeyim seni. Yanlışlar kumsalından bulduğum bir midye kabuğuydun sen, masum ve temiz. Yanlışlara bulaşmıştın ama özünde temizdin sen. Saklamak istedim seni ama istemedin bir türlü sen, karmaşık yazılara konu oldun böylece, ne yazdığını bilmeyen bir yazarın diline düştün işte.




Pazar, Mayıs 13, 2012

ERASMUSta Fakir Olmak

Bundan önce sizlerle kah aşk üzerine kah gezdiğimiz yerler üzerine bir kaç post paylaşmıştım. Şimdilerde Almanyanın kuzeyinde, yaşamak için çalışmak gerektiği konusunda tez yazabilecek düzeyde fakirliğin gözünü çıkaracak kadar fakirim. Cebimde bulunan 10 euronun nelere yetebileceğini hesaplayıp duruyorum.
Bankaların kazığının farkına varalı henüz 40 dakika oldu ve ben hibenin dibindeyim. Şu an düşünmem gereken onca şey olmasına rağmen sadece trende priz bulabilir miyim diye düşünmekteyim. Fakirlik sadece parayla ölçülmüyor bunu anlıyor ve oluşturduğum hüzün gölünün en dibinde nefessiz kalmanın tatlı bir şey olmadığını yaşayarak öğreniyorum. Sessizim şimdi sadece parasız yapabileceğim şeyler üzerine yoğunlaştım. Yıllar önce okuduğum açlık adlı kitapta 50 kron ile yaşayabilen bir yazar hatırlıyorum. Ona özeniyorum. Kitabın Almancasını bulup okusam mı? Bilmiyorum.
Babam olmadan yaşayabileceğimden emin değilim şimdi. Emin olduğum bir şey var o da çalışmam gerektiği. Çalışmadan kasıt iş değil dersler olması gerektiği babamın ağzından kulaklarıma geliyor. Ilk işim sabahlara kadar not tutmak olacak diye söz veriyorum şimdi kendime. Gönlüm de bir yere düşmeden yaşamak zorundayım. I
İşin özeti fakirim.

Cuma, Mayıs 11, 2012

Amaçsızca Yazılan Yazılardan Yalnızca biri..

  İyi güzel gezdik dolaştık. Yazmak istediğim zaman değil her gezdiğim yerin sonunda yazılar yazdım. Son olarak Pisa Firenze Bologna ve Venezia için de ortak bir yazıya başladım ama yayınlamak istemiyorum. Hayatım boka sarmaya başladı yine her zamanki gibi. Yıllar sonra bu yazıları okuduğumda çektiğim sıkıntıların bir hiç olduğunu göreceğimden emin bir şekilde başlıyorum hayata. Yanılma ihtimalim yüksek bile olsa yanlışlar kumsalından topladığım bir avuç kumun doğru çıkma ihtimaline güveniyorum.

  Bugün Almanyanın Kuzey batısının okyanusa bakan kenarında Bremerhavendayım. Amaçsızca yazan bir bloggerım şimdi. Bildiğimden değil de cahilliğimden koyuyorum sözcükleri ardı sıra. Ne bir Nietszche olma ihtimalim var ne de bir Kunt. Hatta Bilge Karasuya dahi özenmenin yanından geçmeyerek yazıyorum. Saçma olma ihtimali yüksek yazıların güzel olma ihtimallerinde yaşıyorum. Niye ben sevebilme ihtimalini sevmeliyim ki sevdiklerimin diye soruyorum kendi kendime sevdiğimin sevgisinden emin olmak istiyorum ama nerdee.. 

  Adımı kerim koyduklarından beridir herhalde bu benim her şeyi oldurmaya çalışma çabalarım bilmiyorum. Emin de olamıyorum ki hayattan kesin kararlar verebileyim. 3 gün önce Venedik'te düşüncelere dalma çabalarım bile boşa çıktı. Şimdi hayatımı düşünmeden öylesine yaşıyorum. Ödevlerin peşinden amaçsızca koşturup işime yaramayı bırak işime bile gelmeyen şeylere kafa yoruyorum. Ömer adımı koyduklarında cesur olmamı beklemelerinden dolayı herhalde saçma ama cesaret gerektiren işlere kalkışıyorum. Hep bir kişiyi düşünmek istiyor hayatımı bir kişi üzerine adayıp yaptığım şeyleri bir varlığa dayandırmak istiyorum. Ama isteklerim de boşa çıkıyor ya hep diğer çöp kutusundaki istekler gibi. Ne gerek var ki yaşamaya kendi canına kıymak haram olmasa.

  Ne gerek var ki yazmaya, hayatta kalmanın bir sebebi yoksa. Düşüncelerimi doğrudan kağıda dökmeye çalışan yazar kelimesinin y harfinin kuyruğunun ucuyum şu anda ben. Adım Kerim Ömer bir sebep arayanlara açıklamaya çalışan yanlışlarla dolu yalnız bir bedenim ben.

Perşembe, Mayıs 03, 2012

Gezi defteri Vol.4 (Wroclaw)

Uzun bir yazı beklemeyin buralardan çünkü afedersiniz koala gibi yattık. Çünkü bi şey yok yani buralarda.

Diğer şehirler gibi bol bol binalar da yok. Bi tane saat kuleli kilise bi de şirin yer cüceleri var. Ama vaktimiz bol olduğundan uzun süre dinlendik dediğim gibi.

Bir KFC de yemek yiyişimiz var, anlatilmaz görülür yani. Bildiğin ben 15, arkadaşım 17 parça hot wings yedi. Bi de kola sınırsızdı dibine vurduk yani.

Hayatımla ilgili önemli bir gelişme daha oldu. O da hani size bahsettiğim bir aşk vardı. O aşktan vazgeçtim. Neden diye sorarsanız öyle gerekti ya; bir sebep belirtilmez.

Bu yazı da uçaktan yazdığım inince yayınladığım ilk yazı olsun. Son olarak değinmeden edemeyeceğim. Burda sigara 3 euro, 10 kızdan 9 u da güzel. Yiyecek te ucuzdu; bol bol yedik içtik uyuduk yani. Iglica diye bi yer vardı tembellikten ve sıcaktan oraya gitmeyi bile gözümüz yemedi.

Şimdi yolculuk doğru Pisa'ya. Bakalım İtalyada neler olacak. Hee bi de herkese Naci'den çay.. ;)




Salı, Mayıs 01, 2012

Gezi Defteri Vol.3 (Prag)

Prag otobüs terminali(Terminal demeye bin şahit lazım) civarından yazıyorum size.. Asabiyet sınırını aşmama sebep olan bir şehirde gezinti yaptık geçtiğimiz iki gün boyunca. Hosteli bulmamız bir olay zaten. Bulduktan sonra otelin içerisindeki lanet koku. Yanımdaki arkadaşlarım bu kokunun yemek kokusu olduğunu söylemesine rağmen beni sinirlendirmekten öte asabi cevaplar vermeme iten direkt beynime etki eden bir kokudan bahsediyoruz. Yarım saat kadar hostelin ıngilizce bilmeyen bizimle google translate üzerinden anlaşmaya çalışan bir kadın ile uğraştık. Daha sonra kalacak yerimizi zor bela ayarladılar. Aklımda asabi bir düşünce, burayı satın almayacağız ya alt tarafı iki gün kalacağız yani. Bu düşünce aklımdakilerin kibarlaştırılmış hali tabiki.

Sözün özü bir odaya yerleştik ve bir market bulup markete gitme kararı aldık. Almanyadan bildiğimiz Penny isimli bir market bulduk yakınlarda ve oraya doğru yola çıktık 5 kafadar. Penny i bulduk ama yine farklı bir dil ile karşı karşıyayız mono und diglyseride speisefettsauren yazan şeyleri ve E katkılı yiyecekleri almıyoruz. Sonra alışverişten çıkarken ucuz bir alışveriş yaptığımızın farkına vardık. Arkadaş kadına oo burası da Pennylerin Pennysi demez mı kadın başladı gülmeye. Dışarı çıktığında bizde bir kahkaha oğlum biyolojik terimler evrenseldir ne dedin kadına diye gülüştük falan. :) Güzel bir anıdır.

Şehirde görülecek yerler yine tarihi binalardan oluşuyor ekstra olarak bir Lennon duvarı var(üzerinde John Lennon varmış.) :) resimlerden koyarım yine. Wroclaw a gidince bütün tarihi eserlerin ismini yazacağım bu sefer. Orada biraz sıkılacağımı düşünüyorum. Bakalım hadi hayırlısı.

Aklımda kalan ve klasik panaromik fotoğraflardan çektiğim bir köprü var Charles Bridge. Orası güzeldi. :) He bi de bir biletle iki kez trene bindik trenler güzel gerçekten. Paralar da fena değildi hani. Bu paragraf da beyin fırtınası paragrafı olsun. :)

Aklım hala Almanyada nedense. Hayırlısı..






Pazar, Nisan 29, 2012

Ben gezene gezmiş demem okuyup kendini bilmedikçe

Hep anılan ve anlamı kavranmak için uygulamaya konan bir söz ile başlıyorum bu sefer yazıma evet kendimdeyim. Ya da olduğumu düşündüğüm yerdeyim. Geziye başladığımız yerde bir arkadaşıma nerde olduğumdan emin olmadığımı söylemiştim. Hala öyle gibiyim ve o sözü uygulamaya koyuyorum şu an çok gezen bilir tarafında insanların akıllarını karıştırma aşamasındayım. Çok okumadan bir şeyler olup olamayacağımı deneme aşamasında Viyana terminalinden Praga doğru giden 4 saatlik yolculuğun başındayım.

Düşünecek vakit bulamadığımdan dolayı yazılarımı bir yazara yakışır edada yazamamak derdim şu an. Ama 4 saatlik düşünme zamanım var aslında. Sorgulama zamanı yine kerim için, ikinci adım ama ruhumu yansıtan isim için. Geçmiş hayatımı değerlendirme zamanı. Kimselere anlatmadan, anlatılmadan yaşamak arzusu şu an içimdeki. Geçmişteki arkadaşlıkları yaşantıları unutmam gerekli. Anlık kararlar vermeden. Yeni arkadaşlıklar, geçmişten bahsedilmeyen anılar yaşamalıyım bundan sonrası için. Bu demek değil ki eski dostlukları unutacağım; sadece temiz bir arkadaşlık geçmişi oluşturma niyeti benimkisi. Aynı Avusturyalı Adolf gibi. Fiziki değil de, manevi öldürmeliyim arkadaşlıklarımı. Ve çok gezdikten sonra çok okumalıyım ki kıyaslamalıyım her iki durumu da öyle değil mi?

Prag bir sil baştan başlama yeri olsun benim için. Anlamsız davranışlardan ve sözlerden vazgeçmeliyim. Ben adına Ömer ruhuna Kerim ismi takılmış biriyim. Ruhum için yaşamalı onunla ölmeliyim. Hayatımı değerlendirmek değil niyetim kim olduğumu bulmak aslında bütün emelim.

Benimle birlikte olanlara iyi yolculuklar dilerim. ;)

Cuma, Nisan 27, 2012

Gezi Defteri Vol.2 (Viyana)

Gezimizin ikinci şehri olan viyanadan herkese merhaba. Iki buçuk saatlik otobüs yolculuğundan sonra(Wi-Fi li bir otobüs) Almanca konuşulan ve kısmi biçimde yazan yazıları anladığımız bir şehre indik.

UBahn a binip otelimize doğru yolculuğa başladık. Neyse ki bu sefer hostel yakınmış çok aranmadan bulduk. Ama bulsak ne fayda hostelde check-in saati varmış bir de adam yarı Alman olduğundan dediğim dedik. Illaki 2 de geleceksiniz diyor. Neyse bu bi bahtsizlik değil diye düşünüp eşyaları orda bıraktık ve yola çıktık. Şehri gezmeye başladık. Öncelikle rotamızı belirledik haritadan ve heykellerle dolu bir şehre adım attık. Museum Quartier diye bi müzenin yanından geçip iki ayrı müzenin bulunduğu bi yere gittik. Bundan sonra isimlerini hatirlayamadigim yerlere gittik ama hep bina heykeller falan. Gerçi Avrupadan ne bekliyorsam. Güzel ya burada bol bol vaktimiz vardı ve rahatça gezdik.
Işte kale gibi bi yere gittik sonra. Orayı da gezdikten sonra hostele geri döndük saat 3 gibi check in i yaptık. Hoop doğru odalara iki arkadaş bizden ayrı bir binada kaldı. Hostelde internet olması çok sevindirici ama bi odada(Oda denir mi bilmem çünkü üstünden kocaman havalandırma boruları geçen kiler gibi bi yer) 17 kişi falan kalıyor bi sürü ranza falan. Yerleştik işte yemek yedik doğru şehre yine. Bayağı gezdik. Büyük bir sokağa gittik. Büyük bir kilise var onu gezdik derken zaten akşam oldu. Sonra otele geldik yattık kalktık. Yine gezdik. Ya kısacası sıkılmaya başladım galiba gezmeyi sevmiyorum ben.

Ya da içim rahat değil benim aklım hep Almanyada ya nedense. Kabuslar görüyorum. Uykumda konuşuyorum falan. Yine bir boşluk hali. Niye sonunu düşünüyorum ki. Galiba sebebi bu kafamdaki karışıklığın hayatımdaki boşluğun. Şu okulu bi bitireyim de elbet bir şeylerle uğraşacağım ya belki o zaman daha dolar hayatım. Ne bileyim ya neden ben böyleyim. :(

Tamam Viyanadayım ve orta ruh halindeyim. Her şey yolunda ama ben kendim değilim.

Son olarak içimde kalan bir şey var o da bisiklet kiralamak isteyip sadece registration ın 20 € olduğunu öğrendiğimizde vazgeçmemiz. "Almanyada bir bisiklet alacağım." :)

Fotoğraflar;






Perşembe, Nisan 26, 2012

Gezi Defteri Vol 1 (Buda-Peste)

Merhaba uzun bir süre oldu görüşmeyeli. Şu an uzun bir gezinin ilk noktasından ikinci noktasına yolculuk yaparken yazıyorum bu yazıyı sizlere. 5 kişi+ kerim ile yollara düştük. Tabi yine bahtsızlık peşimde tahmin edeceğiniz üzere. Macaristan maceramız uçağa kadar bahtsızlık olmadan geçti şükür. Rahatça havalimanına indik.

Havalimanında para değiştirmemiz gerek tabi çünkü burda forint diye paralardan var üzerinde kaytan bıyıklı amcalar olan şirin banknotlar. Şehir içinde para degistiremeyecegimizi düşünüp 1 € 256 Ft. Olacak şekilde paraları bozdurduk. Işte bahtsizlik bir :) Şehre indiğimizde 1 € 300 Ft.ti :) bi de kadına sorduk bilmiyoruz ki nasıl bir para bi forint diye. Kadın demez mı bi yemek 20 € diye korktuk tabi ve herkes 30 ben 35 € bozdurdum. Neyse otobüs bileti aldık istanbuldaki o eski iettler gibi bir otobüse bindik şehir merkezi için de Cindeki insana dahi saygısı olmayıp kapısı küt diye kapanan metroya bindik sonra ve bir markete gitme kararı aldık. Neyse sorduk bi market elde binlerce forint bir günlük yiyecek alacağız. Tabi binlerce forint var biz çevirmeye çalışıyoruz para birimini falan. Sonra bir de aldığın şeylerde domuz var mı yok mu bilemiyorsun ki hepsinin arkasına bakıyoruz E471 olanları almıyoruz falan. Bayağı bi alışveriş yaptık sonra elde posetler aradığımız yeri GPRSe yazdık. György ùt mü ne. Lan bi tane yer çıkmıyor ki neyse sonra durak ismini yazdık falan yaklaşık bir km. Sırtımda iki çanta elde bir günlük içecek poşeti. Yürüyerek hostele doğru gittik. Ama mahvolduk otele varasıya kadar. Neyse eşyaları yerleştirip falan çıktık gezmeye Önce gelirken yol üzerinde gördüğümüz hero square i fotoğraf çektik sonra kale vardı adını bilmediğimiz onu çektik falan hostele döndük yine. Dedik lan bu paslı şehre mı geldik biz ama hava resmen toz kokuyor. Iğrenç pis lanet bi şehir. Sonra internet yok hostelde. Ablamla falan da görüşemedim benim moral alt üst. Neyse yattık falan sabah erken kalkıp rahat rahat gezeriz dedik. Kalktık trene bindik yine sonra merkez gibi bi yerde indik. Bir köprüden karşıya geçtik ki amanın bu ne. Bizim paslı şehir gitti. Yerine tarihi temiz bi yer. Meğer biz Peştedeymisiz geçtiğimiz yer Buda kismiymis gezdik falan işte aşağıda resimleri var. Sonra Kuzey Güney dizisindeki makaradan yedik. Bayağı tatliydi. Aslında daha bayağı ayrıntı var da ben de yazmaktan sıkıldım açıkça. Neyse pek fazla bahtsızlık gelmedi başımıza burda bakalım Viyanada neler olacak. :)

Son olarak bi eurolines terminalinin bulusumuz var az kalsın bütün gezi iptal oluyordu yani. Neyse Si ya ve Lesi diye iki sözcük ogrendim macarca. Biri merhaba biri de teşekkürler demek galiba. Chau.. ;)






Perşembe, Nisan 19, 2012

Boş Ders

   Yine bir macera peşindeyim. Şu an bu yazıyı Almanca ve bir kelimesini dahi anlamadığım dersten yazıyorum size. Bir yabancıyım şimdi ben bu sinifta tam anlamıyla yabancı. Ve yalnızlığın tanımını yapmak istesem en güzel burdan yapardım belki de.

    Yanımda bir arkadaşım var şimdi. O da olmasa bitmiştim zaten. Neyse gelelim boş yaşantıma. Yanında mutlu olduğum insanlar çok sayıda fakat mutluluk tek başına bir işe yaramaz insanda. Bugün hiç bir anlamı olmadığı halde bir arkadaşımla birlikte onun dersine girdim. Şimdi mutluyum. Ama sade bir mutluluk şekersiz kahve gibidir. Önce tadı damağında kalır sonra acısından boğazın yanar. Işte şu an öyleyim. Mutlu ama sadece bir tat damağımda. Gözlerimi kapatıp Almanyada olduğumu unutmak istiyorum. Ama olmuyor. Mutlu olduğumu düşünüp kendimi sadece mutlulukla mutlu etmek istiyorum. Hep bir şeyler istiyorum nedense. Bir sefer de oluruna bıraksam belki de bütün isteklerim gerçek olacak kim bilir.
Artık aşktan bahsetmeyeyim mesela bırakayım oluruna da o beni bulsun nr dersiniz? Şimdi kararlarima itibar etmeyin çünkü aptal gibiyim.


  Bilmeden aptallık ettim. Evet, ne yaptığımdan ne yapmam gerektiğinden emin değilim. Başka bir aşka hazır mıyım değil miyim. Kendi kendimi yargıladım ama galiba zaman aşımına uğrayacak yargı sürecim. Ah şu ERASMUS bir dönem daha uzasa. Her şeyi yapacağım da. Birileri daha blogumu okumaya başladı. O yüzden her şeyi buraya eskisi gibi açık yazamıyorum. Şşşt sessiz olun herkes her şeyi duymamalı. Karmaşık düşünceler arasında, Dünyanın en büyük gölünün ortasında susuzluktan ölecek gibi hissedebildiğim bir an şimdi bu an benim için. Ne yapsam bilemedim. Ne yapmayacağımdan da emin değilim. Çorba gibiyim. Kurtarın beni ne olur, şimdi ben ne yaptığını bilmeyen biriyim.

Bu da bu yazının şarkısı..

Çarşamba, Nisan 11, 2012

Boş ve Yanlış Hayat

Garip bir yaşantım var Almanyanın kuzey batısında bir körfez açığında. Bremerhaven benim için ya baldan tatlı bir yere dönecek ya da zehirden acı bir yer olacak. Aslında yanlış bir seçim yapmış olma ihtimalim çok yüksek. Hem sevdiklerimden oldum çünkü hem de okulumun bir yılından.

Ders seçmemiz gerekiyor fakat seçecek ders bulamıyoruz. Hocalara gidip hocam Almanca bilmiyoruz ödev verin diyoruz. Ödev de vermiyorlar. Ne yapacağımı bilmez bir halde ortalarda dolaşıyorum. Alışveriş yapıyorum  sürekli. Yeni bir gözlük aldım. Siyah artist. Güzel para verdim ama olsun. Hem hafif hem de biraz artist ;) Belki bir kızı kendime aşık ederim de biraz da ben peşimden koştururum onları. Hep ben mi ilanı aşk edip bahtsız çukurlara düşeceğim. Hep ben mi uğraşacağım. Hayat ikizimi bulmak için ya da hayat ikizi olmak için. Neyse hayatım dümdüze yakın. Güzel bir hayat yaşamak için uğraşıp saçma düşüncelerde boğuluyorum.

Okula gidiyorum saçma sapan, hiç bir derse girmeden ders geçme çabalarına girişiyorum. Saçma sapan bir hayat ya amaann boşver. Sonra bir çiftlik evine gittim iki günlüğüne orada kaldım belki kafam dağılır dinlenirim diye. Daha çok yoruldum. Ne olacak ki böyle benim halim. Kimseye sitem de edemiyorum. Hep insanlara yardım etmek için çabalıyorum ama benim yardım ettiklerime sıra geldiğinde puff. Olmaz öyle. Ee ben niye varımı yoğumu ortaya koyup yardım ettim size öyleyse. Neyse yine de beddua etmiyorum. 

Sonra ailemin uzaklığı bir pençe daha vuruyor suratıma. Adeta bir ayı gibi üstüme çullanıyor hayat. Varlığımı varlığına adamak için seçtiklerim aklıma geliyor yine. Yine öyle dalıyorum geçmişe. Ümitsiz anlamsız kedersiz bir hayat yaşasaydım ne olurdu ki sanki. Şimdi okulun Z binasının kimse olmayan odasındayım ben. Kendimi yalnız hissetmemin sebebi odanın sessizliği değil. Yanıldığımda yanılıyorsun diyecek bir kimseyi dahi hayatımdan kaybettiğimden. Şimdi ufak bir gözyaşı damlası süzülüyor gözlerimden. Sebebi benim verdiğim emeklerin, bana bir faydası olmadığını gördüğümden. Belki de gecemi gündüzüme katıp uğruna çalıştığım insanların bu çalışkanlığımı farketmeyişinden. 

Gökyüzü yine bulutlu ama yağmur yok. Düzyazı yaza yaza derdimi anlatmadığım insanlara küslüğüm yok. Anlamadan değerlendirdiklerinden sebep benim onlara kızgınlığım. Beni kurduğum iki cümleden anlamayıp. Ardından söylememi istedikleri yüzlerce cümle benim tek derdim. Evet saçma yazılar yazıyor olabilirim. Ama yazıyorum işte koyverin gitsin...


Cumartesi, Nisan 07, 2012

İç Dünyamın Artıkları

   Yana yakıla oflaya püfleye yaşadığım bir hayat bu benimkisi. Yanımda olanların yakınlık derecesini derece bakımından sıralayabildiğim. Uzağımda olanları yakınımda hissetmek zorunda olduğum. Anlatmadan anlaşmaya çalıştığım insanlar hep etrafımda. Dostluk teklifimi geri çevirip beni kandırmaya çalışanlar cabası. Karmakarışık hayatların en ortası. Şanssızlıkların dibi.. Bilmem kaçıncı yüzyılın Almanyasında kuzey batının Bremerhaven'ındayım şimdi.

   Boşluğa düştüğüm zamanlarda sığındığım bir küçük halı. Üzerine alnımı yasladığımda kavuştuğum huzur. Hep bekleyiş hep bir arayış. Elime konup uçan kelebeğin arkasından bakıyorum şimdi. Bana layık olmadığını düşünen insanların liyakat derecesini ölçmeye çalışıyorum. Neden yalnızım öyleyse. Yalnız değilsin dedi yine bir ses içimden. O hakim olmaya çalıştığım üç et parçasından biri. O benim yaşama sebebip olan et. İçine duygular sıkışırdığım. Beynimde hissettiğim duygusuz zamanlarında acısını. Aşkı da nefreti de onda yaşadım aslında ben. Ama işte nasıl olur da hakim olabilirim ki ona? Duygusal bir çocuk muyum ben yoksa gerektiğinde ciddiyetini koruyabilen biri miyim? Ailemin dahi okuyup benim iç dünyamı anlamaya çalıştığı karmaşık bir organlar bütünü bedenim. Yazdıkça yazasım gelir de durdurur kendi kendini ellerim. Aslında emri veren O. Yazdıran da o aklıma getiren de.

   İşte huzura kavuşmam gerektiğini bildiğim halde unutkanlıktan değil de, tembellikten alnımı o ufak halı parçasına yaslamadığım gündü dün. Hep dünde kalsın o gün. Bundan sonra şanssızlık yok. Şans diye bir şeye yer yok hayatımda. Mutlu olmak için gerekli olduğunu düşünenler var ya, yok kardeşim. Şansa falan gerek yok. Kaderciliğin dibinde yaşamaya devam yine. Karar alırsın saniyesinde değiştirirsin ya galiba bir karar almayacağım bu sefer. Nasıl olursa öyle yaşayacağım. Kaderim yazılmış ya, bende bulunan irade-i cüz'i yi kullanacağım. Tamam karar almadım. Ama yapmak istiyorum. Neyse ya.. Karmaşık bir yazı daha, zamanınızı boşa harcadığınızı düşündürebilen iç dünyamın dışarıya kustukları bunlar. Zamanınızı çaldığım için özür dilerim. Ama bir kaç kelime etmek istedim. Pişman değilim.

Pazar, Nisan 01, 2012

Park Macerası

Bugün hayatımda saçma şeylerin bana nasıl keyif verdiğini bir kez daha ölçtüm. Büyük bir lunaparka gittik bir parçasının resmi aşağıda iki tane çiftle birlikte gittim. Onları kıskanmadım diyemem.
Park gerçekten çok büyük önce etrafta böyle büyük büyük yiyecek kuruyemiş satan yerler gördük sonra ben sırf zevk olsun diye atış yapmak istedim ama aldığımı kime verecektim ki?
Sonra bi çift arkadaş korkunç bir alete bindi biz de o ara o aptal vinç ile oyuncak alma oyunundan oynadık. Bi arkadaş bi tane oyuncak çekti onu kız arkadaşına verdi. Ben alamadım bi tane hem alsam da kime verecektim ki. Sonra Canan abla geldi biz bi alete bindik tuba diye bi kızla balerin diyorlar ya işte balerin gibi bisi. Fena değildi eğlenceliydi. Sonra çarpışan arabaya bindim yalnız başıma sonra arkadaşlar da bindi çift olarak. :/
Sonra benim oyunuma geldik Silah ile hedef vurma. 40 atış ben 20 tane attım 20 tane vurdum(muhtemelen kadın lanet olsun bu Türk dedi.) Sonra bi arkadaş daha attı o da vurdu hepsini. 5 kişiye 4 tane oyuncak inek verdi kadın. Ordan çıktık o salak vinçten bi tane köpek çektim. Sonra bi tane oyun daha oynadım arabalardan istedim ama bir türlü gereken sayıda kavanoz deviremedim. Kocaman bi hipotatamus verdi sonra ordan da adam. Ben içten mahzun, yüzüm güleç bir şekilde ayrıldım parktan bu oyuncakları biri için kazanmaliydim ama kimse yoktu.
Tamam şanssızım ama bu şans değil bu kader bence elbet benim de bir sevgilim olucak uğruna oyuncaklar kazandığım. Acele olsa iyi olur. :(



Cuma, Mart 30, 2012

Yeni Telefon Yeni Hayat

Almanyaya geldim artık şansım dönecek derken yine başıma gelmeyen kalmadı. Gerçi artık kendi kendime kuruntu yaptığımı düşünmüyor değilim.
İlk önce benim için en korkunç olanından başlayayım. Üniversite hayatım boyunca yanımdan ayirmadigim sadece sınav zamanlarında ağırlık yapmasın diye ayırdığım bir alet olan sevgili bilgisayarımdaki bütün veriler silindi. Geri getirmek için çok uğraştık fakat olmadı. Işte bu sebepten paraya kıyıp telefon aldım. Ama öyle bir telefon ki, bilgisayarı aratmıyor.
Işte şimdi sıfırdan başlamış gibiyim hayata. Aşkım da Ege taraflarında kaldı. Evet, yakın arkadaşlarımın bildiği bir aşkım vardı, tam olarak itiraf etmesem de aşkımı ima etmiştim ve geçenlerde o kız bana başka birine âşık olduğunu söyledi.
Açıkçası çok şaşırmadım çünkü böyle şeyler benim için normaldi. Onu olduğu gibi kabullenip aşk hayatıma da sil baştan başlama kararı aldım. Bir Htc Sensation Xl aldım. Daha doğrusu şöyle oldu, benim söylemiş olduğum bir internet sitesinden ucuza bulup alan arkadaşım telefonu bana üzerine kâr koyarak sattı. Telefonum güzel ya artık sizlere daha çok yazabileceğim için mutluyum.
Nisan sonuna doğru bir gezi yapacağım gezdiğim yerlerle ilgili yorumlarımı ve fotoğrafları paylaşırım. Şimdilik bir Hamburg fotoğrafı bu yazı için yetsin. Wir schreiben nacher. TschüSs...

Salı, Mart 06, 2012

Karmaşık Hayat

Yanlış günleri doldurdum sanki hep yanlış kişilere söz verdim galiba ben. Yanlışlar içerisinde boğulan yanlış ama yanlışsız gözüken bir adamım ben sadece ve öylece duruyorum bu hayat denizinin orta yerinde sessizce.

Ağlamaklı aslında hep gözlerim. Beni anlamayan sanki bir tek sen miydin? Karşımda biri varmış gibi konuşmayı ona benden bahsetmeyi özledim. Sen benim için özeldin. Ama bunu bir türlü bilemedin. Sana söylemek istediklerimi bir ajandaya doldurdum ve sana bir kelimesini söyledim sadece ve sen gitmek istedin. Öyle olur ya zaten hep bir türlü dönmez ya şansım.

Herneyse, ağladım aslında içimden ben ve ne derse desinler bana, gülmeyi becerebildim dışımdan. İkiyüzlü bir yüzsüzüm aslında ben. Suratıma küfretseler gülebilecek kadar yüzsüzüm. Bilmem anlatabildim derdimi size ben. Öyle ama sessizce geldim bu dünyaya aynanın karşısında doğdum sanki ben hep kendimi tanımak için yaşadım sadece. Gözlüksüz doğdum mesela ama gözlükle büyümek onunla tanınmak zorunda kaldım sonraları. Öylece yaşadım aslında sessiz ümitsiz ve çaresizce..

Ölmek ister ya bazen insan, sonra ardından hemen vazgeçer ya; işte öyleydi benim için de yaşam. Ölüm ile hayat arasında gidip gelen biçare ben, başlıksız yazılar yazmak istesem de yapamayan yanlışlarla dolu yanlışsız gözüken sade bir ben. Bekliyorum şimdi. Öylece ölmek ister ve ardından hemen vazgeçer gibi...

Pazar, Mart 04, 2012

Almanyadan İlk Yazı

En sonunda okulda bir klavye bulup yazmaya başladım. Daha doğrusu bir internet buldum diyelim. Evet, çoğunluğun bildiği gibi Almanya, Bremerhavendayım. Bu postu ordan yazıyorum demek için o kadar zaman geçti ki aradan sanki yıllardır burdayım gibi hissediyorum. Burası küçük bir şehir ama işinize yarayacak her şeyi bulabiliyorsunuz orası güzel. Bir de yemek yerken sıkıntı çekiyorum. İşte acaba dışarıdaki yemeklerde bir şeyler var mıdır falan diye o kadar. :)

İlk günümü anlatabilirim aslında gelmemin üzerinden henüz bir hafta geçmesine rağmen o günü hala hatırlıyorum. Umarım ömrüm boyunca da unutmayacağım. Cüneyt abi ile birlikte geldik. Kendisi Türkiye'de bir nevi komşumuz olur. Annemler ile birlikte havaalanına gittik önce sonra işte yine bahtsızlık olacak ya, 11deki uçağa 8 de gittik. :) Neyse uçağa bindik sonra indik işte. İndiğimde ilk soğuğunu yedim Berlinin. Orada bir taksici bulup taksiye bindik saat 2 civarıydı indiğimizde sonra Cüneyt abinin ofisine gittik orada bir kahve içtik sonra tren biletlerinin çıktısını aldık falan. Sonra Cüneyt abi bize köfte ısmarladı sırf meraktan istedim yani köfteyi aslında işte sonra hoptbahnohf(merkez tren istasyonu) a gittik berlindeki. :)

Artık Cüneyt abinin ayrılık vakti gelmişti. Trenleri takip etmek de bize kalmıştı. İlk önce bi tren peronuna önce 11 di galiba sonra bi tane daha falan derken iki kez aktarma yaptık. :) En son Buxtehude ye gittik. Son trene orada bindik. Güzeldi ya bayağı eğlendik. Yolculuk boyunca. Sonra işte Bremerhaven a geldik. Beni daha önceden tanıştığım biri alacaktı ama işte aptal kafam, Gizemi yalnız bıraktık. Taksiye bindirdik gönderdik kızı. Sanki bıraksak olmuyordu. Neyse işte, o ilk kazığını yemiştir taksiden ve eminim onu hayatı boyunca da unutmaz. Sonra eve gittik. Evde bulaşık makinesi var sonra ekmek kızartma makinesi sonra yumurta haşlama makinesi. Mutfağa girince anladım. Dedim ki işte burası Almanya. :) Ben de artık bir makineyim.

Şakası bir yana öyleydi yani her türlü imkan var. Sonra işte okula gittik falan. Daha sonra ayrıntılı bir şekilde okul zamanımı anlatacağım. Şimdilik bir kaç fotoğraf yolculuktan. Sonra dooğru eve. :) Hadi görüşmek üzere..





Perşembe, Şubat 16, 2012

Psikolojik Tramva

Aynada kendime baktım bugün, aynaların gösteremediği bir iç güzellikten başka bir güzelliğim yok benim. Evet, yakışıklı değilim. Kendime de bakmıyorum. Saç sakal karışsın birbirine. Zaten günler ardısıra geçiyor. Tercih yapıp yaptıkları tercihleri değiştiriyor insanlar. Söz ile güzellik önemli değil boşver diyorlar da. İçlerinde hep bir güzel olsun benim olsun arzusu mevcut.

Sessizliğe gömülüyor, yazılarımı sıralamaya anlatmaya ve anlaştırmaya çalışıyorum. Bekliyorum ki yağmurlar yağsın saçlarıma yağmur damlaları konsun. Güzel bir sevgili bulmak değil niyetim. Hiç de güzelliğine bakmadım demiyorum. Güzelliğine aşık olduklarım oldu elbet ama asıl aşık olduğum davranışlarıydı bana olan sözleriydi benim. Bir de bakışlarını sevdim. Sanki doğru olan tek şey bakışlarıydı. Hep gözlerinde aradım sevgiyi. Vazgeçmek yakışmaz dedim sonra bana, şimdi sevmiyor olabilir ama sevebilme ihtimali var dedim en azından.

Gözlerimi kapattım yine, gömüldüm karanlıklara. Romantik sözcükler söylemek değildi niyetim aslında, yanlış anlaşılmak mı, Asla! Yalan söylemek imkansızdı sanki benim için, yalanın beyazlığına takılmadım hiç bir zaman. Masum yalan olmaz dediler bana, öyle bildim öyle anladım. Yalan söyleyen herkesi hayatımdan söküp attım. Acılar yaşadım uzun seneler, yanlış düşüncelere kapılıp, yalanlar peşinde koştum. Söylenilen yalanların içinde boğuldum. Acıdım kendime sonra, tam 3 ay vazgeçtim hayattan, hiç kullanmadım dilimi. Lal oldum kaldım. Yanlış yaptığımı düşünüp tekrar hayata daldım. Kazandığım kötü alışkanlıklardan vazgeçtim. Hayatıma bir dönüm noktası koydum. Neyse, sanki yine geçmişte boğuldum. Gelecekten soğudum.

Yeni bir maske aradım aynadaki yüzünün ardında, sanki gerçek yüzünü uzun seneler sonra yeniden görebilecektim. Bir ah ettim yine ve sustum. Sanki yeniden hayattan soğudum.

Kapaklık Sevgi

Ben sevdim mi kapaklık sevmeliyim. Tüm insanlığa kapak olmalı sevgim. Öyle arka sayfalara taşınmamalı, kapakta bulunmalı ve herkes duymalı. Varlığımı varlığına adamalıyım sevdiğimin. Öyle sevmeliyim ki, Ferhatı kıskandırmalı, Şirin bile duymalı sevgimin yaydığı hazzı. Sevdim mi öyle sevmeliyim ki, Aşk manasına kavuşmalı. Tanımlamadan, anlaşılmalı. Aşk'ın tanımını isteyenlere parmak ile gösterilmeli. O kadar gerçekçi olmalı ki sevgim, dışarıdan anlaşılmalı. Anlaştırmalı.

O kadar cesarete bürünmeli ki bedenim, paraşütsüz uçaktan atlamayı göze almalı. O kadar olmalı yani, cehennemin dibine kadar, uzayın bilinen en uzak yerine kadar. Bir ölçü göstermek gerekirse, 8'i ters çevirmeli, cennete kadar dememeli cehennemin dibine kadar demeyi göze alabilmeli. Öyle özlemeli ki kalbim gittiğinde, nefesim kesilmeli. Sevmeli be işte, sevmeli.. Nefes gibi olmalı sevgim, yaşamama sebep olmalı varlığın. Yetmemeli, her an her saniye kendini yenileyebilmeli.

Belki de bu yüzden sevmiyor kimse beni. Bu kadar derine dalmaya kimse cesaret edemiyor belki de.. Belkilere takıldım kaldım yine. Korkak olsalarda yüreklendiririm dedim ben sizi hep, hep onlara cesaret verdim. Artık bende de kalmadı cesaret, öyle ki sevgimi içimde barındıracak cesaretim dahi yok artık. Bir oyun oynadım hayatla da, kendimi tükettirdim.

Yeniden başlama ümidim var şimdi içimde hala, hala bu hissiyat ile sevebilme aptallığı var içimde. Bir kıvılcım arıyor bu büyük kül yığını belli ki. Ya yeniden alevlenip yanacak, ya da sonsuza dek toprağa karışacak bedenim, bedenimden öte bunu isteyen ruhum benim.

Pazartesi, Şubat 13, 2012

Yazmak; Okumak

Okumanın özgürlük olmadığı bir devirde bir cümle okumakla başladı hikaye.Tam da çıplak olmayan ayakların üşüdüğü anda. Perdesi olmayan pencere de yüzsüzlüğün yansıdığı anda. Ellerin olmasına rağmen tutunamadığın anda.

Yazmanın özgürlük olmadığı bir devirde bir paragraf yazarak devam eden hikaye, dibi çamur olan ırmaklara, duymazlıktan gelinen çığlıklara, binlerce insanın olduğu bomboş sokaklara, bilyeleri olmayan çocuklara, teslim etmişti kendini.

Bilyeleri olmayan çocuk hikayeyi dışarıda kar yağarken devam ettiriyor, kar taneleri toplayıp kendince duvarlar örüyordu. Onun da ayakları üşüyor elleri olmasına rağmen karda tutunamıyordu. Bilyeleri olmayan çocuk bir gün evinde aynalara bakarak susmayı öğrendi.Yazmak ve okumak için ilk adımı; susmayı öğrendi. Bilyeleri olmadığı için yazmaktan ve okumaktan bihaber olan çocuk en çok susmayı sevdi.Yani hamuru ekmek diye alırken balığı pişirmeden yedi...

Yazmak ve okumak özgürlüktür.

Yazan; Ahmet Akif AKYOL


Pazar, Şubat 12, 2012

Arada yazdıklarımdan.. 3 Şiir

Ben, kitaplığın son rafında aradığım kitabı bulmaya çalışan deli,
Bekledim ruh ikizimi de bir türlü gelmedi.
Uzunca bir bekleyişin ardından,
Bir mektup yazıp şişeye koydum.
Ona yalnızlıkla başın dertte mi diye soruyordum.
O ben ruh ikizimdi nasıl olsa,
Kaldırımlarda bulacak değildim ya onu?
Kafiyesiz şiirler yazdım ben ona,
Ne yaptıysam gelmedi yanıma.
Yalnızlık ile başın dertte mi diye sormamın sebebi,
Ruhumun derinliklerinde gizli.
Bana öyle bir yalnızlık nöbeti geçirtti ki,
Tam bulmuşken en üst rafttaki o kitabı,
Kalbime bir sancı girdi, 
Aşağıya düşürdü beni.
-------------
Karanlık bu gece yine,
Yıldızlar olmasaydı ne ederdi gece,
Ya batı olmadan doğu?
Olabilir miydi sence?
Sorular aklımı kurcalar durur işte,
Bu hayat hep böyle,
Felsefik düşüncelerden,
Önümdeki çaya kadar seni düşündüğümde,
Bir aşk dedim bu kapıldığım düşünce.
Belki de sandım sadece,
Anlamak önemli değildi bence,
Anlatmak zordan da öteydi bende.
İstedim hep o duyguyu anlatmak,
Doğru zamanda doğru yerde bulunmak,
Ama olmadı işte,
Ya önemsiz geldi o his,
Ya da zamanı gelmedi işte.
Anlatsam bile anlar mıydın ki beni,
Sonra hiç aşk anlatılır mı ki?
-------------

  • dur gitme, desem bekler misin ki?
  • Neden sorular sormak zorunda hisseder insan bazen kendini?
  • Yazdıkça azalacağına acılarım hiç biri gitmedi.
  • 3 mısraya sığdırmaya çalıştığım şey hasretimdi
  • Ama o 3 mısra da yetmedi.
  • Kafiyeli olmak zorunda değildir şiirler,
  • Hele yalnızlığı anlatmak isterse,
  • Yalnız kalmak zorundadır sözcükler.
  • Bazen uzunca bir süre ilham beklersin,
  • Ama bir türlü yazamaz derdini kelimelere söyletemezsin.


    ~Mühendis'ül Edebiyat~