Pazar, Nisan 29, 2012

Ben gezene gezmiş demem okuyup kendini bilmedikçe

Hep anılan ve anlamı kavranmak için uygulamaya konan bir söz ile başlıyorum bu sefer yazıma evet kendimdeyim. Ya da olduğumu düşündüğüm yerdeyim. Geziye başladığımız yerde bir arkadaşıma nerde olduğumdan emin olmadığımı söylemiştim. Hala öyle gibiyim ve o sözü uygulamaya koyuyorum şu an çok gezen bilir tarafında insanların akıllarını karıştırma aşamasındayım. Çok okumadan bir şeyler olup olamayacağımı deneme aşamasında Viyana terminalinden Praga doğru giden 4 saatlik yolculuğun başındayım.

Düşünecek vakit bulamadığımdan dolayı yazılarımı bir yazara yakışır edada yazamamak derdim şu an. Ama 4 saatlik düşünme zamanım var aslında. Sorgulama zamanı yine kerim için, ikinci adım ama ruhumu yansıtan isim için. Geçmiş hayatımı değerlendirme zamanı. Kimselere anlatmadan, anlatılmadan yaşamak arzusu şu an içimdeki. Geçmişteki arkadaşlıkları yaşantıları unutmam gerekli. Anlık kararlar vermeden. Yeni arkadaşlıklar, geçmişten bahsedilmeyen anılar yaşamalıyım bundan sonrası için. Bu demek değil ki eski dostlukları unutacağım; sadece temiz bir arkadaşlık geçmişi oluşturma niyeti benimkisi. Aynı Avusturyalı Adolf gibi. Fiziki değil de, manevi öldürmeliyim arkadaşlıklarımı. Ve çok gezdikten sonra çok okumalıyım ki kıyaslamalıyım her iki durumu da öyle değil mi?

Prag bir sil baştan başlama yeri olsun benim için. Anlamsız davranışlardan ve sözlerden vazgeçmeliyim. Ben adına Ömer ruhuna Kerim ismi takılmış biriyim. Ruhum için yaşamalı onunla ölmeliyim. Hayatımı değerlendirmek değil niyetim kim olduğumu bulmak aslında bütün emelim.

Benimle birlikte olanlara iyi yolculuklar dilerim. ;)

Cuma, Nisan 27, 2012

Gezi Defteri Vol.2 (Viyana)

Gezimizin ikinci şehri olan viyanadan herkese merhaba. Iki buçuk saatlik otobüs yolculuğundan sonra(Wi-Fi li bir otobüs) Almanca konuşulan ve kısmi biçimde yazan yazıları anladığımız bir şehre indik.

UBahn a binip otelimize doğru yolculuğa başladık. Neyse ki bu sefer hostel yakınmış çok aranmadan bulduk. Ama bulsak ne fayda hostelde check-in saati varmış bir de adam yarı Alman olduğundan dediğim dedik. Illaki 2 de geleceksiniz diyor. Neyse bu bi bahtsizlik değil diye düşünüp eşyaları orda bıraktık ve yola çıktık. Şehri gezmeye başladık. Öncelikle rotamızı belirledik haritadan ve heykellerle dolu bir şehre adım attık. Museum Quartier diye bi müzenin yanından geçip iki ayrı müzenin bulunduğu bi yere gittik. Bundan sonra isimlerini hatirlayamadigim yerlere gittik ama hep bina heykeller falan. Gerçi Avrupadan ne bekliyorsam. Güzel ya burada bol bol vaktimiz vardı ve rahatça gezdik.
Işte kale gibi bi yere gittik sonra. Orayı da gezdikten sonra hostele geri döndük saat 3 gibi check in i yaptık. Hoop doğru odalara iki arkadaş bizden ayrı bir binada kaldı. Hostelde internet olması çok sevindirici ama bi odada(Oda denir mi bilmem çünkü üstünden kocaman havalandırma boruları geçen kiler gibi bi yer) 17 kişi falan kalıyor bi sürü ranza falan. Yerleştik işte yemek yedik doğru şehre yine. Bayağı gezdik. Büyük bir sokağa gittik. Büyük bir kilise var onu gezdik derken zaten akşam oldu. Sonra otele geldik yattık kalktık. Yine gezdik. Ya kısacası sıkılmaya başladım galiba gezmeyi sevmiyorum ben.

Ya da içim rahat değil benim aklım hep Almanyada ya nedense. Kabuslar görüyorum. Uykumda konuşuyorum falan. Yine bir boşluk hali. Niye sonunu düşünüyorum ki. Galiba sebebi bu kafamdaki karışıklığın hayatımdaki boşluğun. Şu okulu bi bitireyim de elbet bir şeylerle uğraşacağım ya belki o zaman daha dolar hayatım. Ne bileyim ya neden ben böyleyim. :(

Tamam Viyanadayım ve orta ruh halindeyim. Her şey yolunda ama ben kendim değilim.

Son olarak içimde kalan bir şey var o da bisiklet kiralamak isteyip sadece registration ın 20 € olduğunu öğrendiğimizde vazgeçmemiz. "Almanyada bir bisiklet alacağım." :)

Fotoğraflar;






Perşembe, Nisan 26, 2012

Gezi Defteri Vol 1 (Buda-Peste)

Merhaba uzun bir süre oldu görüşmeyeli. Şu an uzun bir gezinin ilk noktasından ikinci noktasına yolculuk yaparken yazıyorum bu yazıyı sizlere. 5 kişi+ kerim ile yollara düştük. Tabi yine bahtsızlık peşimde tahmin edeceğiniz üzere. Macaristan maceramız uçağa kadar bahtsızlık olmadan geçti şükür. Rahatça havalimanına indik.

Havalimanında para değiştirmemiz gerek tabi çünkü burda forint diye paralardan var üzerinde kaytan bıyıklı amcalar olan şirin banknotlar. Şehir içinde para degistiremeyecegimizi düşünüp 1 € 256 Ft. Olacak şekilde paraları bozdurduk. Işte bahtsizlik bir :) Şehre indiğimizde 1 € 300 Ft.ti :) bi de kadına sorduk bilmiyoruz ki nasıl bir para bi forint diye. Kadın demez mı bi yemek 20 € diye korktuk tabi ve herkes 30 ben 35 € bozdurdum. Neyse otobüs bileti aldık istanbuldaki o eski iettler gibi bir otobüse bindik şehir merkezi için de Cindeki insana dahi saygısı olmayıp kapısı küt diye kapanan metroya bindik sonra ve bir markete gitme kararı aldık. Neyse sorduk bi market elde binlerce forint bir günlük yiyecek alacağız. Tabi binlerce forint var biz çevirmeye çalışıyoruz para birimini falan. Sonra bir de aldığın şeylerde domuz var mı yok mu bilemiyorsun ki hepsinin arkasına bakıyoruz E471 olanları almıyoruz falan. Bayağı bi alışveriş yaptık sonra elde posetler aradığımız yeri GPRSe yazdık. György ùt mü ne. Lan bi tane yer çıkmıyor ki neyse sonra durak ismini yazdık falan yaklaşık bir km. Sırtımda iki çanta elde bir günlük içecek poşeti. Yürüyerek hostele doğru gittik. Ama mahvolduk otele varasıya kadar. Neyse eşyaları yerleştirip falan çıktık gezmeye Önce gelirken yol üzerinde gördüğümüz hero square i fotoğraf çektik sonra kale vardı adını bilmediğimiz onu çektik falan hostele döndük yine. Dedik lan bu paslı şehre mı geldik biz ama hava resmen toz kokuyor. Iğrenç pis lanet bi şehir. Sonra internet yok hostelde. Ablamla falan da görüşemedim benim moral alt üst. Neyse yattık falan sabah erken kalkıp rahat rahat gezeriz dedik. Kalktık trene bindik yine sonra merkez gibi bi yerde indik. Bir köprüden karşıya geçtik ki amanın bu ne. Bizim paslı şehir gitti. Yerine tarihi temiz bi yer. Meğer biz Peştedeymisiz geçtiğimiz yer Buda kismiymis gezdik falan işte aşağıda resimleri var. Sonra Kuzey Güney dizisindeki makaradan yedik. Bayağı tatliydi. Aslında daha bayağı ayrıntı var da ben de yazmaktan sıkıldım açıkça. Neyse pek fazla bahtsızlık gelmedi başımıza burda bakalım Viyanada neler olacak. :)

Son olarak bi eurolines terminalinin bulusumuz var az kalsın bütün gezi iptal oluyordu yani. Neyse Si ya ve Lesi diye iki sözcük ogrendim macarca. Biri merhaba biri de teşekkürler demek galiba. Chau.. ;)






Perşembe, Nisan 19, 2012

Boş Ders

   Yine bir macera peşindeyim. Şu an bu yazıyı Almanca ve bir kelimesini dahi anlamadığım dersten yazıyorum size. Bir yabancıyım şimdi ben bu sinifta tam anlamıyla yabancı. Ve yalnızlığın tanımını yapmak istesem en güzel burdan yapardım belki de.

    Yanımda bir arkadaşım var şimdi. O da olmasa bitmiştim zaten. Neyse gelelim boş yaşantıma. Yanında mutlu olduğum insanlar çok sayıda fakat mutluluk tek başına bir işe yaramaz insanda. Bugün hiç bir anlamı olmadığı halde bir arkadaşımla birlikte onun dersine girdim. Şimdi mutluyum. Ama sade bir mutluluk şekersiz kahve gibidir. Önce tadı damağında kalır sonra acısından boğazın yanar. Işte şu an öyleyim. Mutlu ama sadece bir tat damağımda. Gözlerimi kapatıp Almanyada olduğumu unutmak istiyorum. Ama olmuyor. Mutlu olduğumu düşünüp kendimi sadece mutlulukla mutlu etmek istiyorum. Hep bir şeyler istiyorum nedense. Bir sefer de oluruna bıraksam belki de bütün isteklerim gerçek olacak kim bilir.
Artık aşktan bahsetmeyeyim mesela bırakayım oluruna da o beni bulsun nr dersiniz? Şimdi kararlarima itibar etmeyin çünkü aptal gibiyim.


  Bilmeden aptallık ettim. Evet, ne yaptığımdan ne yapmam gerektiğinden emin değilim. Başka bir aşka hazır mıyım değil miyim. Kendi kendimi yargıladım ama galiba zaman aşımına uğrayacak yargı sürecim. Ah şu ERASMUS bir dönem daha uzasa. Her şeyi yapacağım da. Birileri daha blogumu okumaya başladı. O yüzden her şeyi buraya eskisi gibi açık yazamıyorum. Şşşt sessiz olun herkes her şeyi duymamalı. Karmaşık düşünceler arasında, Dünyanın en büyük gölünün ortasında susuzluktan ölecek gibi hissedebildiğim bir an şimdi bu an benim için. Ne yapsam bilemedim. Ne yapmayacağımdan da emin değilim. Çorba gibiyim. Kurtarın beni ne olur, şimdi ben ne yaptığını bilmeyen biriyim.

Bu da bu yazının şarkısı..

Çarşamba, Nisan 11, 2012

Boş ve Yanlış Hayat

Garip bir yaşantım var Almanyanın kuzey batısında bir körfez açığında. Bremerhaven benim için ya baldan tatlı bir yere dönecek ya da zehirden acı bir yer olacak. Aslında yanlış bir seçim yapmış olma ihtimalim çok yüksek. Hem sevdiklerimden oldum çünkü hem de okulumun bir yılından.

Ders seçmemiz gerekiyor fakat seçecek ders bulamıyoruz. Hocalara gidip hocam Almanca bilmiyoruz ödev verin diyoruz. Ödev de vermiyorlar. Ne yapacağımı bilmez bir halde ortalarda dolaşıyorum. Alışveriş yapıyorum  sürekli. Yeni bir gözlük aldım. Siyah artist. Güzel para verdim ama olsun. Hem hafif hem de biraz artist ;) Belki bir kızı kendime aşık ederim de biraz da ben peşimden koştururum onları. Hep ben mi ilanı aşk edip bahtsız çukurlara düşeceğim. Hep ben mi uğraşacağım. Hayat ikizimi bulmak için ya da hayat ikizi olmak için. Neyse hayatım dümdüze yakın. Güzel bir hayat yaşamak için uğraşıp saçma düşüncelerde boğuluyorum.

Okula gidiyorum saçma sapan, hiç bir derse girmeden ders geçme çabalarına girişiyorum. Saçma sapan bir hayat ya amaann boşver. Sonra bir çiftlik evine gittim iki günlüğüne orada kaldım belki kafam dağılır dinlenirim diye. Daha çok yoruldum. Ne olacak ki böyle benim halim. Kimseye sitem de edemiyorum. Hep insanlara yardım etmek için çabalıyorum ama benim yardım ettiklerime sıra geldiğinde puff. Olmaz öyle. Ee ben niye varımı yoğumu ortaya koyup yardım ettim size öyleyse. Neyse yine de beddua etmiyorum. 

Sonra ailemin uzaklığı bir pençe daha vuruyor suratıma. Adeta bir ayı gibi üstüme çullanıyor hayat. Varlığımı varlığına adamak için seçtiklerim aklıma geliyor yine. Yine öyle dalıyorum geçmişe. Ümitsiz anlamsız kedersiz bir hayat yaşasaydım ne olurdu ki sanki. Şimdi okulun Z binasının kimse olmayan odasındayım ben. Kendimi yalnız hissetmemin sebebi odanın sessizliği değil. Yanıldığımda yanılıyorsun diyecek bir kimseyi dahi hayatımdan kaybettiğimden. Şimdi ufak bir gözyaşı damlası süzülüyor gözlerimden. Sebebi benim verdiğim emeklerin, bana bir faydası olmadığını gördüğümden. Belki de gecemi gündüzüme katıp uğruna çalıştığım insanların bu çalışkanlığımı farketmeyişinden. 

Gökyüzü yine bulutlu ama yağmur yok. Düzyazı yaza yaza derdimi anlatmadığım insanlara küslüğüm yok. Anlamadan değerlendirdiklerinden sebep benim onlara kızgınlığım. Beni kurduğum iki cümleden anlamayıp. Ardından söylememi istedikleri yüzlerce cümle benim tek derdim. Evet saçma yazılar yazıyor olabilirim. Ama yazıyorum işte koyverin gitsin...


Cumartesi, Nisan 07, 2012

İç Dünyamın Artıkları

   Yana yakıla oflaya püfleye yaşadığım bir hayat bu benimkisi. Yanımda olanların yakınlık derecesini derece bakımından sıralayabildiğim. Uzağımda olanları yakınımda hissetmek zorunda olduğum. Anlatmadan anlaşmaya çalıştığım insanlar hep etrafımda. Dostluk teklifimi geri çevirip beni kandırmaya çalışanlar cabası. Karmakarışık hayatların en ortası. Şanssızlıkların dibi.. Bilmem kaçıncı yüzyılın Almanyasında kuzey batının Bremerhaven'ındayım şimdi.

   Boşluğa düştüğüm zamanlarda sığındığım bir küçük halı. Üzerine alnımı yasladığımda kavuştuğum huzur. Hep bekleyiş hep bir arayış. Elime konup uçan kelebeğin arkasından bakıyorum şimdi. Bana layık olmadığını düşünen insanların liyakat derecesini ölçmeye çalışıyorum. Neden yalnızım öyleyse. Yalnız değilsin dedi yine bir ses içimden. O hakim olmaya çalıştığım üç et parçasından biri. O benim yaşama sebebip olan et. İçine duygular sıkışırdığım. Beynimde hissettiğim duygusuz zamanlarında acısını. Aşkı da nefreti de onda yaşadım aslında ben. Ama işte nasıl olur da hakim olabilirim ki ona? Duygusal bir çocuk muyum ben yoksa gerektiğinde ciddiyetini koruyabilen biri miyim? Ailemin dahi okuyup benim iç dünyamı anlamaya çalıştığı karmaşık bir organlar bütünü bedenim. Yazdıkça yazasım gelir de durdurur kendi kendini ellerim. Aslında emri veren O. Yazdıran da o aklıma getiren de.

   İşte huzura kavuşmam gerektiğini bildiğim halde unutkanlıktan değil de, tembellikten alnımı o ufak halı parçasına yaslamadığım gündü dün. Hep dünde kalsın o gün. Bundan sonra şanssızlık yok. Şans diye bir şeye yer yok hayatımda. Mutlu olmak için gerekli olduğunu düşünenler var ya, yok kardeşim. Şansa falan gerek yok. Kaderciliğin dibinde yaşamaya devam yine. Karar alırsın saniyesinde değiştirirsin ya galiba bir karar almayacağım bu sefer. Nasıl olursa öyle yaşayacağım. Kaderim yazılmış ya, bende bulunan irade-i cüz'i yi kullanacağım. Tamam karar almadım. Ama yapmak istiyorum. Neyse ya.. Karmaşık bir yazı daha, zamanınızı boşa harcadığınızı düşündürebilen iç dünyamın dışarıya kustukları bunlar. Zamanınızı çaldığım için özür dilerim. Ama bir kaç kelime etmek istedim. Pişman değilim.

Pazar, Nisan 01, 2012

Park Macerası

Bugün hayatımda saçma şeylerin bana nasıl keyif verdiğini bir kez daha ölçtüm. Büyük bir lunaparka gittik bir parçasının resmi aşağıda iki tane çiftle birlikte gittim. Onları kıskanmadım diyemem.
Park gerçekten çok büyük önce etrafta böyle büyük büyük yiyecek kuruyemiş satan yerler gördük sonra ben sırf zevk olsun diye atış yapmak istedim ama aldığımı kime verecektim ki?
Sonra bi çift arkadaş korkunç bir alete bindi biz de o ara o aptal vinç ile oyuncak alma oyunundan oynadık. Bi arkadaş bi tane oyuncak çekti onu kız arkadaşına verdi. Ben alamadım bi tane hem alsam da kime verecektim ki. Sonra Canan abla geldi biz bi alete bindik tuba diye bi kızla balerin diyorlar ya işte balerin gibi bisi. Fena değildi eğlenceliydi. Sonra çarpışan arabaya bindim yalnız başıma sonra arkadaşlar da bindi çift olarak. :/
Sonra benim oyunuma geldik Silah ile hedef vurma. 40 atış ben 20 tane attım 20 tane vurdum(muhtemelen kadın lanet olsun bu Türk dedi.) Sonra bi arkadaş daha attı o da vurdu hepsini. 5 kişiye 4 tane oyuncak inek verdi kadın. Ordan çıktık o salak vinçten bi tane köpek çektim. Sonra bi tane oyun daha oynadım arabalardan istedim ama bir türlü gereken sayıda kavanoz deviremedim. Kocaman bi hipotatamus verdi sonra ordan da adam. Ben içten mahzun, yüzüm güleç bir şekilde ayrıldım parktan bu oyuncakları biri için kazanmaliydim ama kimse yoktu.
Tamam şanssızım ama bu şans değil bu kader bence elbet benim de bir sevgilim olucak uğruna oyuncaklar kazandığım. Acele olsa iyi olur. :(