Pazar, Ağustos 26, 2012

Yaralandım

Uzun süredir yazmadığımı, aslında yazmadığımı değil yazamadığımı farkettim. Bu arada hayatımı değiştirmese de akışını değiştiren şeyler oldu tabi. Mesela bisikletten düşmem.

Şu an tam tamına 22 yaşındayım ve ehliyetim olmasına rağmen bir araba olmadığı için gideceğim her yere bisiklet ile gidiyorum. Tamam gidiyorum ama 13 yaşımdan beri bisiklete binmeme rağmen ufak tecrübelere dahi kıymet vermeyerek hala poşet taşıyorum. Onu bırak nasıl taşıyacağımı da bilmiyorum. Aptal ben, poşet taşırken manevra yaptım bir sağa bir sola.. Sonra poşet, ön tekerleğinde çamurluğu olmayan ve biraz da hız kazanmış bisiklete takıldı tabi haliyle.. Poşet paramparça ben yerde bisiklet benim üstümde iki elde ve kolda yaralanmalar. Yavaş düştüm ama takla attım. :) Görünmez kaza mı dikkatsizlik mi artık siz seçin. Sonra işte düşer düşmez eve geldim falan. Annem şokta, benim yanımda içinde şarj aletimi getiren bir teyze. Teşekkür ettim mi etmedim mi hatırlamıyorum. Yaraları sarmaya çalıştık, derken bi baktım kolumu açamıyorum. Dedik hadi doktora gidelim falan, doktora gittik. Kırılmamış Allahtan. Öyle bi macera şimdi dirseğimde bir elastik bandaj sırtımdaki yaranın kabuk bağlamasını bekliyorum.


Bu arada o gün bununla bitmedi, ben bisikletle maça giderken yaralandım. Ama maça gitmekten vazgeçmedim tabi. Doğru Bursaspor Twente maçına... Maça gittim kolda iki sargı atkı sallayacağım sallayamıyorum. Maçı izledik eve geldik falan, annemler köye gitti. Şimdi de evde yalnızım ve bu akşam yine maça. :) Yeni aldığım bir forma vardı o da düşünce hafif yırtılır gibi oldu ama hala giyiyorum. Bu renk var ya, aşk rengi benim için.

Aşk meşk durumlarına değinmişken, gelelim konuştuğum o kıza. Hala konuşuyoruz. Ama zaten bundan önce edindiğim tecrübelere bakarsak, eğer benden yapmacık herkesin gerçek aşk sandığı gibi bir aşk beklerse kendi bilir. Ona yapmacık olmayan gerçek bir aşk sunmak niyetindeyim. Hayırlısı bakalım.

Pazar, Ağustos 12, 2012

Feedback from Deutschland

Yazdım bu kadar yazıyı ki Ademoğlu okusun. Ama okunmasından çok yazmam önemliydi benim için. Perşembe günü saat 15 civarı ayak bastım memleket toprağına. Sıcağını hiç özlememişim. Hep Almanya ile ilgili ilginç gelen şeyleri yazacağımı söyledim. Artık yazabilirim. Sonra da biraz dert yanarım biter gider yazı.

Almanya, düzenin ülkesi. Kurallara uyarak yaşanılabilecek, kurallara uyarak rahat edilebilecek bir yer. İnsanlar herhangi bir şekilde rahatsızlığa uğradığında o rahatsızlığın en geç 1 ay sonra düzeltildiği bir yer. En güzel gelen kısmı kurallarla yaşamaya, onlara ayak uydurmaya ve kurallara uydukça seni ezen gözlerle bakmayan bir millete sahip insanlık bütününün orada var olması. Şöyle anlatayım, eğer bir otobüs ya da tren saat 15.23te orada olacak deniliyorsa ne 20 geçe ne de 30 geçe orda olan bir otobüs var. Dışarıda hayat bu kadar düzenli olunca insanların da hayatı böyle oluyor. Gece 10 da uykuya dalıp sabah 6 da işe giden bir tayfa var. Sonra birbirine saygılı davranan ve tanımasına gerek duymadan gözgöze geldiği herkese Hallo(Merhaba) diyen insanlar. Garip memleket velhasıl kelam. Aklıma geldikçe orayla ilgili ilginç gelen kısımları yazarım zaten bir hamlede 6 ayı anlatmam mümkün değil herhalde.



Türkiyedeki yaşantıma, hayallerime gelince... Staj yapmam gereken bir ay var önümde ve eğer salı günü uygunsa staj komisyonuna gideceğim ve bu staj belgesini onaylatacağım. Aslında staj yapmak istemiyorum ama zorunlu kılınan bir şeyi yukarıda anlattığım gibi bir ülkeden geldikten sonra yapmam pek yakışık almaz. Uykularımı azalttım hatta neredeyse hiç uyumuyorum. Her gün 3 ya da 4 saat ve bu kadar kısa sürede rüya üstüne rüyalar kendimi değerlendirmeler başkalarının yanına koymalar falan. Yine kafam karışık. Herkese yardım etme çabasında olduğumdan dolayı mı bilmiyorum ama garip bir karışıklık var kafamda. Tasarruf cihazı yapan biri ile tanışmıştım Almanyaya gitmeden önce ve bir kaç gündür de bu cihazın yanında tasarruf yapan sistemler geliştirmekle meşgul oluyorum. Ailem biraz kızıyor bu mevzuya, ben de boş durmaktan iyidir diyorum. Tamam haklısın ama önce zorunlu işlerini yapman gerek diyor babam. Kime göre zorunlu neye göre zorunlu belki şimdi yaptıklarım bana göre daha zorunlu. Neyse Salı günü Sakarya yolcusuyum. Babamın zorunlu olarak tabir ettiği işleri yapmakla meşgul olacağım.

Hade Allah'a Emanet..

Perşembe, Ağustos 02, 2012

Bir göl oluşturdum kendime gözyaşlarından

Bazen tanı"n"mak istemezsin, yanındakileri görmek istersin. Tanınmadan yanında olabilecek insan sayısını merak edersin ya işte, ruh halim böyle. Uzaktan tanıdıklarının içindeki duygu karmaşasına bir kez olsun bir fırça batırıp, oradan başlamak istersin. Bazen kimsenin bilmediği bir blog açıp oraya dökmek istersin bütün yaşantılarını acılarını sevinçlerini göz yaşlarını. Arasına virgül koymadan yazmak istersin bazen, o kadar hızlı okumak istersin ki yaşadıklarını virgüle gerek duymazsın bazen. Koyduğun noktaların yanlışlarını diğerlerine anlatacağını düşünerek nokta da koymazsın bazen ya orası başka

Karanlığın içinden gülümseyerek mavi bir gökyüzündeki yıldızları görmeye çalışırsın bazen gözlerini kısarak. Bazen yazarken düşen gözyaşlarından bir göl oluşturursun önünde. Gönlüne düşen herkesi oluşturduğun gölde boğmak istersin ama olmaz. Yanlış yaptığını anlarsın, başından kaynar sular dökülür ama kimse senin yaşadıklarını yaptığın yanlışları sana anlatmaz. Yüzüne vurmaz. Senin yüzsüzlüğünü sana anlatmaz. Uzun bir tatile çıkmak istersin bazen. Herkes yanında olsun ama kimse seni tanımasın istersin. Bir yazı okursun ve karşılık verirsin o yazıya. Karışır düşünceler fikirler, karmaşık bir hal alır hayat. Neden yaşadığını kime hizmet ettiğini ve yanlış yaptığında cezalandırılıp cezalandırılmayacağını bilmek istersin. Anlamadan uzun bir geçmişteki tecrübelerine dönerek araştırmaya dalarsın ama kimsenin bulamadığı bir şeyi bulma uğruna çıktığın bu yolda, sade bir çelme ile yere kapaklanırsın. Ve pes edersin bazen. Toprak olmak istersin sadece. Yaşamadan anlayamayacağını anlayamazsın. Olur öyle.. Takma kafana dersin kendi kendine ve kafandaki karmaşa ile bir rüyaya dalarsın.

Ruhsuz bir beden gibi kendini bırakırsın hayata.. Hayat, dünyanın en büyük gölüne akan ırmağın şiddetinde sürükler seni. Ve yolun sonunda seni bırakıp gideceği o dünyanın en büyük gölü, gözyaşlarından oluşmuştur. Ağlarsın ve bir damla daha katarsın o oluşturduğun göle. Her şey sona erer ve boğmak istediklerin yerine kendini boğarsın o oluşturduğun gölde.