Cumartesi, Aralık 31, 2011

2012'den önce bir Deneme

Değişiklik olacak 24 saat kadar sonra, ee sonra ne mi olacak? Benim hayatımda bir değişiklik olmayacak. Bu blog var ya uzun süre yaşamaz ben söyliyeyim.

Yarın yapmayı düşündüğüm bir süpriz var aşık olduğum kıza, bakalım yapabilecek miyim? Bir fotoğraf albümü düzenleyip hediye olarak vereceğim. Sonra da, gözüm senden başkasını görmüyor benim ama Almanyaya gideceğim diyeceğim. Ne diyeceğini merak etmiyor değilim ama tabi yine bahtsızlığıma denk gelip kızın yurtta olmadığı a'na denk gelmezsem ki muhtemelen böyle olacak(olsun demiyorum olmasın.)

Neyse işte, yarın kızın yurdunun önüne giderim ya da gelirse benimle birlikte bir kafeye gider orda söylerim içimden geçen anlık şeyleri işte ya bir sevgilim olur yeni yıla girerken tabi o eğlenecek o akşam gece geç saatlere kadar. Uff.. Ya da olmaz işte, ben de kitap yazarım yazar olurum. sonra imzalar veririm artık.

Hayatım karmaşık gidiyor yine. Zaten bir normal bir hayatım olmadı ki benim ilkokulda başladı karmaşa bilen bilir. Okuma yazma bilerek ilkokula gittim. Arka sırada bana hayat bilgisi kitabı yazdırdılar falan. Karışık işte.. Hiç normal bir hayatım olmadı benim. Artık normal gibi bir hayata girdim derken de, işte tam final döneminde(olacağı bu ya) aşık oldum. Hem de hayallerin en babasını kurdum aklımda. İnşallah yarın birlikte çözüm bulabiliriz. Onu bunu bilmem de.. Bildiğim bir şey var gözüm sadece onu görüyor. Bildiğin en taş kızlara bile bakmaz oldum. Umarım yarın güzel şeyler olur yani yarın diyorum da sabahtan bahsediyorum.

Saçma bir yazı olmuş olabilir ama aptal aşık sözleri bunlar affedin ne diyeyim. Son olarak, miladi yılın son gününde yazdığım son yazıda istemek isteyip te isteyemediğim şeyler var. Onlar da olsun. Herkes mutlu olsun. Lazanya'da mutlu olsun, sonra CYK da artık bir sevgili bulsun. Herkes mutlu olsun da ben olmasam da olur.

Pazartesi, Aralık 26, 2011

Zamanın Karmaşıklığından Sebep

Final dönemleri geldi çattı, hatta bugün birini çıkardık bile münasip bi yerimizden. Neden böyle yapıyorlar anlamıyorum, tamam lan anladık hocasın da, sorduğun sorularla bizi mi test(klasik şemsiye'nin tersi) ediyorsun kendini mi tatmin ediyorsun. Anneni düşün biraz, rahmetli de olsa kemiklerini boşuna sızlatma yani.

Tamam, ben iyiyim diyip sınav muhabbetinden uzaklaşıyorum. Asıl mevzu başka aslında yani buraya anlatmam ne kadar doğru olur bilemiyorum da. Zamansız bir aşk'a tutuldum ben galiba. Hem de öyle böyle değil, sırılsıklam hatta sımsırılsıklam. Hangi pekiştirmeyle pekiştirsem az yani. İşin garip tarafı Almanyaya gidiyor olmam. Kimseye bekle beni diyemeyecek olmam. Hep ikilemde kalıyorum ben işte böyle. Bir de uzakta geliyor aşık olduğum kişi benden. Sanki sonsuz bir merdivenin en başındayım da ne kadar adım atsam yetişemeyecekmişim gibi. Ayrı dünyaların insanları olduğumuza inandırmaya çalışıyorum kendimi, sonra imkansızın varlığına inanmaya çalışıyorum. Ama bir türlü olmuyor işte.

Zaman denilen şeyi de bir türlü anlamıyorum. Biraz daha izin verse bana, harikalar yaratsam ben sana aşığım diyebilmek için. Ama yok illaki sıkıştıracak ufacık bir zamanda bütün hislerimi anlatmamı bekleyecek. Sonra hiç bir şey olmamış gibi çekip gidecek. Biliyorum istediklerim olmayacak yine. Ama olur da olursa. O zaman şansım döndü diyebilirim artık. Bahtsız kerim değil, gerçek kerim olabilirim. En son 9 yıl öncesinde tattığım bir duygu şimdi kalbimin sol üst köşesindeki. Ezber yeteneğimi altüst eden bir düşünceler furyası beynimdeki. Aşık mısın oğlum sen diyenlere hıı diyebilecek bir edada ve o kafadayım ben şimdi.

Zaman söylesene bana? Sen bekler misin beni? Peki ya aşık olduğum kişi o da bekleyebilir mi ki? Sorular yine beynimin alt lobuyla üst lobunu bir tencerede kaynatıyor gibi. Artık yüzümdeki o maskeyi çıkarmanın vakti geldi.

Sonuç:
Kaderimde varsa söylemek, dil görevini yapacak elbet.

Salı, Aralık 20, 2011

Bir Dilekçe Verdim Geri Döndü de Ne Oldu?

Yine değişik şeyler oluyor, bi yerinde dur be hayat. Adamakıllı olduğun yerde kal. Evet, nazar değmesin diye açıklamadığım şeyi açıklıyorum. Perşembe günü bir mail geldi ve hochschule bremerhaven okulundan application form göndermişler. Yani erasmus değişim programı ile Almanyaya gidiyorum.

O heyecanla direk birlikte dilekçe verdiğimiz arkadaşı aradım. Olmuş dedim olmuş. Ama arkamda bırakacaklarım geldi sonra aklıma, yapacağım biriktirdiğim işler. Boşverdim hepsini biraz daha sokak ağzıyla konuşmak gerekirse siktir ettim hepsini. Yapabildiğim kadarını yapacağım tabi de olmuyorsa zorlamayacağım yani. Burdan yazmaya devam edeceğim o günlerde, henüz application formu posta ile göndermedik o yüzden bu yazıyı muhtemelen formları ve diğer zımbırtıları gönderdikten sonra yayınlarım. Birkaç arkadaşıma anneme ablama babama falan söyledim. En son ablama söyledim. Tabi birlikte kaldığımız için düşünmeden edemiyor. Garip bir şey oldu, evi mi kapatacağız ne yapacağız. Sonra benim telefon abonelikleri ne olacak. Babam kendi kafasında çözmüş mevzuuyu ama hadi bakalım hayırlısı.

Sorun yok gibi şimdilik her şey hızlı ilerliyor, bir de şu finallere konsantre olmam lazım ki yaz okuluna da gelemeyeceğim. Bari okul uzamasın. Neden böyle çetrefilli karışık bir hayatım var benim diye sormadan da edemiyorum ya neyse. Hayırlısı, her zaman dediğim gibi. Alles wird gut(All is well/Her şey güzel olacak.)

Almanya anılarımı artık part part(Almanca olan) yayınlarım. :) Özleneceksin Türkiye.. Bundan eminim.

Ne Olacak Halimiz?


Hep bir umut içimizdeki,
A'nı yaşamak yerine anılara boğuluyoruz.
Bilmeden ve istemeden tutuluyor kalbimiz bir şeye
Sonra koştur peşinden dur.
Ne olacak halimiz böyle?

Sessizce yanacak kalbimiz,
Gözümüzden yaşlar ateş gibi akacak.
Okyanusları akıtsalar içimize ateşi söndürsün diye,
Fayda etmeyecek.
Sonra yine aynı soru,
Ne olacak halimiz?
Yanıp yanıp eriyecek miyiz.
Yoksa büyük yangına rağmen
Küllerimizden dirilecek miyiz?

Salı, Aralık 13, 2011

Hayatımdaki Gariplikler

Boş bir heves, beni eskilere götüren eskilerde yaşatan insanlar. Kendimi kötü hissetmeme sebep olan dersler ve kişilikler. Son günlerimin özeti bu son söylediğim cümleler. Acınacak halime gülmenin verdiği haz şu an bu bedenimdeki. Bir de uzaktan sevmenin verdiği bir his benimki. Saçmalama diyen çok olur bazen böyle yazılara. Bir de anlam bütünlüğü olmayan cümleler kurmuşsun kurduğun cümlelerin sonu yok diyen de.. Önemli değil ben yazıyorum ya o yeter de artar bana elbette.

Gelelim son günlerime, anladığımı düşündüğüm bir arkadaşımla tartıştık bir kaç gün önce. Sonra memleketime gittim ve artık bu şehire karşı nefrete yakın bir duygu hissettiğimi farkettim. Haz almak istediğim şeylerin sayısı arttı ama bu şehirde değil memleketimde her şeyden haz alabildiğimi farkettim. Neyse fazla dağıtmadan konuya gelelim. Birilerine yardım etmeye çalışırken, diğerleri sizin gözünüz gibi baktığınız çiçekleri devirir bazen düşüncesizce. İşte bende de öyle oldu. Ben, herkese yardım etmeye çalışırken, hiç kimse iyilikten anlar oldu. Ben yine iyilik yapıp denize attım, Halık'a ithafen de.. İşte sanki boşa gitti benim iyilikler neyse, orası pek önemli değil.

Bazen öyle derin duygulara bürünüyor ki bu beden ne anlamak mümkün oluyor kendi kendimi ne de kıyından köşesinden anlatmak birine. Bazen öyle derin cümleler kuruyorum ki aklımda, kendi kendime şaşırıyorum bu ben miyim diye. Yılın başının benim için özel bir değeri yok, sadece tarih hanesindeki rakamlar değişiyor o kadar. Eğer biri benim için özel olacaksa, ona yılbaşında değil kendi takvimimize göre hediye alırdım.

Saçma bir şey oldu bir de geçen gün, 'o kız' diye bahsettiğim kızın ikizini gördüm minibüste, ses tonuna varasıya kadar aynı kız. Peşinden gittim belki gerçek olabilir diye. Sonra birara gözlerimi kapattım saçmalama halüsünasyon mu görüyorum diye. Yok kaybolmadı.. Belli bir süre arkasından gittim sonra saçmalama kerim dedim kendi kendime ama yine de engel olamadım kendime. Ona rağmen gözden kaybettim nereye gittiğini nerde oturduğunu bile öğrenemedim.

Unutmak istiyorum artık geçmişi, geçmişte yaşananları yeni bir defter almak bu kadar mı zor. Zor olabilir de imkansız olmamalı tabiki. Yapmak istersen yapabilirsin kerim dedi biri ve yine gözden kayboldu gitti. Galiba bu sefer halüsünasyondu.

Cumartesi, Aralık 03, 2011

Ağlamıyorum, Anlatıyorum

Hayatta aralıklar bırakırsın bazen, kapısını aralarsın geleceğinin. Yüklemleri sona koymak istemezsin. Radyo dinlerken başka bir şarkı söylemek istersin. Büyük olur beklentilerin, yanında küçük kalır yalnızlıkların. Uzun bir geleceğe ait planlar yapmak yerine, anı yaşamak hoş gelir içine. Yazarak anlatamazsın anlatmak istediklerini sesin kısılır hayata karşı ve bağırsan bile duyuramazsın sesini.

Yeni bir hayat istersin hep, sil baştan başlamak istersin ama olmaz. Çaresiz boyun bükersin kaderine. Kalbini paramparça eden aşkların iyileşmesini beklemeden acıyı özlersin. Aşk acısı, kalbinde alışkanlık yaratır ve sen bu acıya hasret kalırsın. Bende öyle oldu. Kalbimin kırıklıklarından hissettiğim acı, bende tarif edilemez bir haz yarattı. Yani beni öldürmeyen güçlendirdi. Şimdi çok güçlü bir kalbe ve hissiyata sahibim. Acıları normalleştirip gülebiliyorum. Yalnızlıkla başbaşa kalıyor ve artık akıtmıyorum gözümden yaşları.

Şimdi ayırt edemiyorum ne yapmam gerektiğini. Bu beden ve ruhu biriyle paylaşıp paylaşmama arasında kalıyorum. Beklentilerim hedeflere dönüşüyor ve onların arkasından koşuyorum. A'nı yaşamak yerine anılara gömülüyorum yine.. Ağlamak istememe rağmen güç engel oluyor bana. İçimdeki okyanusu denizlere koymaya çalışıyorum. Ağlamıyorum ama gülemiyorum da. Karmaşık yine düşüncelerim. Beni anlamaya çalışanlara kendimi anlatmaya çalışan bir beden ve ruha sahip sade bir birey gibi hissediyorum kendimi. Sonra gücüme yenik düşüyor hislerim. Bir damla gözyaşına okyanuslarımı sığdırıyorum. Yanlış anlamayın ben, ağlamıyorum. Anlatıyorum.

Pazar, Kasım 27, 2011

Sizce Ne Yapmalıyım?

Saçma bir geçmiş, uzun bir geleceğin esiriyim ben. Yanlışları yalnızlığıma katıştırıp geçmişimle başbaşa kaldığımda, uzundan öte karmaşık cümleler kurmanın hayalimi zorlamayacağına söz verdim bugün. Yazdıkça yazasım geldi de yine, kendimi durdurdum. Amaçsız hayaller, yanlışız yalnız hayatlar düşledim. Saçma sapan cümleler kurmakta üstüme yoktur benim. Beni geçmişimle yalnız bırakmayanlara teşekkür etmeyi de severim. Hatta bazen öyle severim ki geçmişimden bahsetmeyi, bir önceki cümle ile kafiyeli cümleler kurmayı hedeflerim. Dediğim gibi saçma sapan yanlışsız ve yalnız hayaller düşledim. Sonra sordum kendi kendime var mı yalnızlığın bir zıt anlamlısı dilimizde? Yoksa yalnız da mı yalnız kalıyor. Galiba öyle. Düşündüm, birlikte olmak desem yalnızlığın zıddına tam zıt anlam olmuyor sanki. Neyse..

Boş bir paragraftan sonra yine gelmeli galiba, bu aciz mühendisin hayatına. Vize dönemi diye lanet bir dönem geçirdim. Ben mi geçirdim, onlar mı bana geçirdi bilmiyorum da işlerimin yoğunluğundan boğulmak üzereyim. Üniversitede bir hocam ile birlikte tez konumu belirledim. Haftada 2 günümü ona ayırmam gerekiyor. Onu geçtim, bir taraftan yönetim yarışmasına katılacağız. Adı GMC olan. Ona da haftada bir gün ayırıyorum kaldı mı sana 4 gün. Okulu hiç söylemiyorum da okulda da bir sürü ödev var proje ödevleri. Yok ürün tasarlama yok sunum hazırlama yok e-ticaret sistemi kurma. Bunlara da bir gün gitse kalır mı sana 3 gün. Kalmaz be kerim, hiç sana kalır mı 3 gün. Dil kursuna gidiyorum haftada 3 gün. hadi 1,5 günü de o yesin. Kulüpteki görevim var 2 gün de o yese. Ee? -0,5 hayata yarım gün borcum var. Dur daha hani okul dersleri ödevler quizlere çalışmalar, afiş tasarımları. Yani kısacası "Mavilerdeyim". En iyisi her şeyi bir kenara atıp doğunun boşverme fikrine batının bakış açısı ile yaklaşmak. Yani, s*ktir etmek.

Kendini çok yoruyorsun diyenler oluyor. Bir kaç işten vazgeçmelisin diyenler oluyor. Ee ne güzel işte boş biri değilsin diyenler oluyor. Yani, çeşit çok. Yalnız kalmak istemiştim geçen sene bir dönem. Onu da beceremedim. Bir de söylüyorum ya, ben çok bahtsız biriyim. Bahtsızlığımı bahtıma yormayı devam ettirmeliyim. Düşünce(yere düşmek), ellerimle yere değmeden kalkabilmeliyim. Bir de boks yapmak istiyorum. Sinirimi alsın diye. Konuş kerim ne diyorsun? "Oğlum zaten yarım gün açığın var hangi ara boks yapacaksın aptal." Haklısın. Dövüne dövüne bir hal oldum zaten. Daha fazla sıkmayayım sizi ben. Bir soru ile ayrılayım aranızdan. Sizce ne yapmalıyım. Yalnız mı kalmalıyım yoksa işlere dört elle sarılıp hepsinin altını üstüne mi getirmeliyim?

Salı, Kasım 22, 2011

Öyle Bir Serzeniş

Hiç bişey yazamıyorum... Belki serzenişlerimi duyuyordun ama bu ben değildim.. Severken vazgeçmek değildi istediğim.. 
Öyle zamanlar geliyor ki , şimdi kapında bitip, hiç bırakmamacasına sarılasım geliyor
ancak öyle ki zamanlarda geliyor , Karşıma alıp bütün hıncımı çıkartacak kadar büyük kızmak..
Düşünemiyorum ne yapmam gerektiğini..
Vazgeçmeli miyim?
yoksa
Sımsıkı sarıp hiç bişeye bırakmamalımıyım..
Ne kadar sevebilirsin beni..
Ne kadar isteyebilirsin...
Mutlu olmak için , mutlu etmek yeter demişlerdi.. Başaramadım..
Peki ya Affetmek miydi gereken, affedilmek miydi...
aklım çok ama çok karışık..
kimisi , geri dönün diyor
kimisi, atlatacak diyor..
Ben unutabilecekmiyim.. 
Peki ya sen başkalarını severken hiç mi anına gelmeyeceğim..
kim istedi veya hangimiz bu kadar cesaretli olabilmeyi başardı..
Sana Yalan söyledim..
içimdeki sevgiyi sen bitirmedin.. Hiç bitmedi ki.. Sadece kızgınlığımdan ötürüydü haykırışlarım..
Düşen tek damlanda dahi yerimden kalkıp kocaman sarılmak geliyordu içimden.. Duramıyordum.. Ama sende durmuyordun ki.. Bak kaç gün oldu seni son görüşümden bu yana.. Yoksun.. Hala yoksun..
Belki geri gelmek istiyorsun, ama verilen sözler miydi buna engel olan, yoksa "O" değil diyişler mi.. 
kime inanıcam ben şimdi, kime güvenebilicem.. En yakınım , herşeyim olacakken , sen bırakıyorsun beni , Yalandanda olsa istemiyorum deyişlerimde, neden , hayır ben istemiyorum , gitmiycem, burada durmak istiyorum demiyorsun.. Neden yüzüme okkalı bi tokat indiripte , kendine gel , bu sen değilsin demiyorsun... 
Nerdesin... Yada , olduğun yerde iyi misin.. 
Bu kadar çok mu konuşmam gerekli yoksa susup sessizliğimde yokluğuna mı alışmak amacım.. Bilmiyorum.. Gerçekten bilmiyorum... Hala seni seviyorum, ama yanımda olmanı isterken bile, şüpheleniyorum.. Ya gidersen, Ya bir daha susarsan, Bir kez daha yeter diyesin gelirse.. 
Beni ben olarak kabul etmek zor geldiği için belkide...
Ben seni sen olarak kabul etmek istedim, belki başardım belki başaramadım.. Ama denedim.. Her gün biraz daha fazla denedim.. Kimi zaman evet bu böyle olmalı dedim, kimi zamanda hayır ya böyle olmamalı...
Ama terazinin iki kefesi gibi kimse ağır basmadı.. Dengesizliğimizde denge yaratmak bizim neyimize..

biliyorum çok saçmaladım.. Çokça da yalan söyledim ki hayatımda sevmediğim şey iken.. 
Artık gitmeli.. birimiz veya ben, sen yada biz.. Bittik mi bilmiyorum , ama gidenler var , görüyorum..
Şimdi sen çok sev.. Aklına geldiğim her anda ise bir adın daha fazla mutlu ol.. Kimse görmesin ama gülüşlerini, hani gözlerimin içine bakamazken kaçırdığın gözler gibi..
Beni sorma.. boşver.. Bi otobüs koltuğunda , belki bi kızın kucağına , yine yeniden sen diye , düşüncelere dalıp , aklımı öldüresiye yorup , yine ağlayan gözlerle hastahane yataklarına düşerim.. bakarsın bi tanıdık olur , ismimi duyarsın.. yada boşver.. Sen beni hep gülümseyişimle hatırla.. nasılsa tek unutmayacağını söylediğün anımızdı..
Ben mi ? 
Kim demiş.. Her anı tek tek saniye saniye hatırlıyorum.. Unutmayacağım, ama hatırlatmayacağım.. 
Şimdi git
Ve sakın unutma
Çok sev, gözlerini kaçırdığın bir kimse gibi...
Sevmekten vazgeçercesine saf ve heyacanlı...
Söylemekten korkarcasına kaçakça
Git , kendini çok sevdirmeden..
git
git...
me...

-Bu yazı bir genç tarafından yazılmıştır.

Pazar, Kasım 13, 2011

Vize Zamanı Vol 1

Beklenen bir an, sanki bütün bir sene bu anları bekliyormuşsun gibi. Sonunu bilip ağlıyormuşsun gibi oluyor. O an, vize zamanları. 100lerce kahve depolanan kafeinin dibine vurulan anlar. 6 hafta boyunca çalışmayıp 7.hafta geldi olum, kalk azıcık çalış diye bir sesin seni içten içe rahatsız ettiği an.

Konuyla ilgili çoğu kişinin bildiği bir film var. Onu yazının sonunda paylaşacağım fakat şimdi biraz kendi durumumdan bahsedeyim. Çalışkan değil ama göze batan bir öğrenciyim. Çalışmam, gerçekten çalışmam. Çalıştım mı çalıştım ama anlamadım derim. Eğer anlarsam bir şeyi anlatabildiğim kadarıyla herkese anlatmak için kıçımı yırtarım. Bazıları vardır, ben anlatamam der çekilir köşeye. Bazıları ona niye anlatıyorsun o zaten biliyor der. Nitekim garip bu insanlar. Bir saat daha izin veriyorum şimdi kendime ve vazgeçiyorum artık yaşamaktan. Şaka şaka, o kadar da değil de minimuma indireceğim dinlenme sürelerini. Bakalım neler olacak.

Bir de bu zamanlarda ortaya çıkan sevgili krizi oluyor. Sanki yanında bir sevgilin olsa hepsini yalayıp yutacakmışsın gibi geliyor insana. Bir arayışa çıkıyorsun etrafta azıcık da olsa yanımda olabilecek bana ders çalış diyebilecek bir arkadaş yok mu lan diyorsun ama bulunmaz. Sürekli ona buna çalışıyor musun diye soruyorsun onların çalışıp çalışmadığına bağlı olarak sen de çalışacaksın sanki. Çok garip ya.. He bi de çok saçma gelmiştir ömrüm boyunca bu sınav mevzu bana zaten binlerce sınav oluyoruz her gün hayatta bi de biliyor muyum bilmiyor muyum diye sınava alıyorlar. Eline şemsiyeni verip münasip bi yerine deyip gönderiyorlar. Neyse, şimdi sistemi eleştirmektense kendimi eleştirmeye başlayayım bari. Çalış olum çalış çalış ki adam ol.

Vize zamanlarında etrafta da bir değişiklik olur. Sanki sen sıkıntıya giriyorsun ya etrafındaki hava da sıkılıyor bitiyor gibi olur. Çalışmaya alışmayan bünyeye en azı 100 er sayfalık notlardan 7 ders ezberletmeye çalışırsan, oksijenin az gelir tabi normal. Biliyoruz da her gün çalışmanın gerekliliğini yapmıyoruz işte o başka. Son olarak söylemek istediğim söz çalışmadığını söyleyip sınavdan 80 üstü alanlara gelsin. Bu tiplerle evlenmeyin arkadaşlar. Bunlara gayri meşru çocuk yapması için bile izin vermeyin ki soyları kurusun.

Cuma, Kasım 11, 2011

Belki'leri Boşver de Zaman Seni Saklasın

Öyle anlar olur ki bazen, sabredemezsin. Her sabah ufacık bir öpücük ile uyanmak istersin ama gelmez bir türlü o beklediğin öpücük. Sen de uyanmak istemezsin. Sabahları kahvaltıyı birlikte hazırladığın bir güzel(sana güzel görünen bir güzel) olsun istersin ama olmaz. İşte o zaman, kendini yalnız hissedersin.

Günde en az 3 kez hatırlanmak istersin sevdiğin sevildiğinden emin olduğun tarafından ama gün içerisinde kimse seni aramaz. Ağlarsın daha önce de söylediğim gibi erkekliğini hiçe sayarak, ne olduğunu herhangi bir kimse değil yalnız o sorsun istersin de olmaz. Bulutlara her baktığında onu bulmak istersin onlarda ama olmaz. İşe gittiğinde onun için çalışmak istersin, masanın başucunda o olsun istersin ve yaptığın işlerde ondan bir işaret olsun istersin ama olmaz.

İşte hayatın acımasızlığı bir türlü peşini bırakmaz. Belki bırakır da sen onu bırakmazsın, zamana bırakmayı çok görürsün kendine zaten uzun süre yaşadım artık gelsin dersin de gelmez. Olumsuz biri olduğunu düşünenler olur hayatında halbuki sen hep bir ümit ile yaşamışsındır. Hep ince hesaplar yapmışsındır onunla ilgili sonra ne mi olur? O hesaplar tutmaz. Yüzme bilmeyen hayallerin tek tek düşer suya senin atlayıp kurtarmak için ne zamanın olur ne de cesaretin, işte o zaman anlarsın zamana bıraksaydın hayallerine yüzme öğretebileceğini.

Belki zor gelir insana zamana bırakmak belki çarpışarak sevgili olmak saçma gelir milyonda birsindir halbuki sen ama bunun farkına varamazsın. Çünkü acele etmişsindir o'na ve kendine olgunlaşması için zaman tanımamışsındır. Çok depresif olduğun zamanlarda içtiğin pasifloralar şişmanlatmamıştır belki seni, belki de buluşacağın kişi senden önce olgunlaşmıştır, belki de senin içtiğin ilaçlar ona yaramıştır. Eeehh belki belki, sıkıldım be. Belki yok bundan sonra ince hesaplar yapmak yok artık. Hayatı tüm odunluğuyla yaşayacağım. Bir odun olursam da yandığımda o'nun içini ısıtır sıcacık ederim. Kalbimde tuttuğum sıcacık sevgimi kalbimle beraber o'na hediye ederim.

Perşembe, Kasım 10, 2011

Seni kaybettiğimi işte o zaman anladım

Seni kaybettiğimi, o bana doğum günümde verdiğin sen kokulu atkıyı kaybettiğimde anladım. Katıksız odundum ben o zamanlar. Öyle yalnızdım ki, sadece sen diyebiliyordum benliğimi hissetmeden önce. Yakınıyordum hep yalnızlıktan da bir türlü çare bulamıyordum. Ağlamak istediğimde ağlayabildiğim zamanlardı o zamanlar, erkekliğimi hiçe sayıp.

Sana o kadar aşıktım ki o zamanlar, sadece kapıda bekleyip sana bakmakla yetiniyordum. Bir kez olsun dışarı çıkıp benim orda olup olmadığıma baksan dünyalar benim oluyordu bir anda. Ve öyle aşıktım ki sana, dünya umrumda değildi. Geçmişimi boşvermiştim, bitmişti. Fırtınalar dolaşıyordu aklımda, bir kez olsun elini bile tutmaya kıyamamıştım o zamanlar. Öyle zamanlardaydık ki 3. kattan atlasam bir şey olmayacağını düşünecek kadar aptaldım. Ve işte o zaman, aşıktım.

Gencecik aşık bir delikanlıydım o zamanlar. İlk defa sevgililer günü kutlayacaktım bir keresinde ve sana aldığım kocaman hediyeyi göstermeye gidecektim. Ne kadar uğraştıysam gelmedin, süpriz olduğunu söylesem de gelemem dedin. Gelmedin ve ertesi gün, beni terk ettin gittin. Boynumda senin kokun olan atkımı da o gün metroda kaybettim. İşte o zaman anladım atkıyla birlikte sen de gittin.

Senin Sonsuzluğun Bizleriz

Cesur yazılar yazma zamanıydı bugün O'nu hatırlama zamanıydı. Adını andıkça aklımıza gelen hüznünü metanet ile karşılama zamanı. Ne Mutlu Türküm Diyene deme zamanı. O'nu her yerde, her şartta anma zamanı.

Bugün 10 Kasım Atatürk'ün sonsuzluğa göçtüğü gün. 1938'in 8'inin devrildiği yıl ve bugün O'nun adını söylemekten dahi utanıyorum. Senin Sonsuzluğun bizleriz Atam, Sen rahat uyu dediğim Ata'nın emanetlerini düzgün taşıyamadığımızdan sebep.

Bugün hayatımı düzenleme günüm benim, Atatürk'e olan sözümün bilincine varma zamanı. O yüzden bugünden bil itibar "Türk Milleti, Zekidir. Türk Milleti Çalışkandır." sözüne layık olacağım. Artık Atatürk demekten utan(dır)mayacağım.

Salı, Kasım 08, 2011

Gelmedi Yine

  Ve zamanı geldi sonunda yeni bir yazı yazmanın, asosyallikten vazgeçip hayata adım atmanın. Sosyal bir yaşama tekrar merhaba diyebilmenin. Geçmişe bir çizgi attım artık ne kadar uzun süre üzerinde durur bilmem geçmişimin. Ama yazdıklarım ve yazacaklarımda göreceksiniz bu çizgiyi eğer takip ederseniz. Zamanında uyarıları dikkate alarak kafiyeli yazılar yazmayacağımı söylemiştim, vazgeçtim. Attığım çizginin ebedi olması için bütün tecrübelerimi vaat edebilirim.

  Uzun bir süre yazılarıma ara verdim ve yazmayı çok özledim. Belki bu ufacık yazı gidermez hasretimi, belki gözlerimden yaşlar akarak yazıyorum bu yazıyı ama olsun. Beni anlamaya çalışanlara sesleniyorum. Bir ben var bende benden içeru diyorum Aşık Veysel tavrıyla. Aşık olup hayatımı karşı cinse adamayı o kadar çok istiyorum ki bu arzu beni erken bir tarihte şehvet ile buluşturacak diye çok korkuyorum. Erkek olmanın acısı var içimde, ağlayamazsın dediler ya bir kere. Sanki bizim gözyaşı keselerimiz yaş üretmiyormuş gibi. Aksine, çok ağladım da içime akıttım gözyaşlarımı dışarıya akıttığım yalancı gözyaşım olmadı hiç. Hiç ama hiç boşuna harcamadım gözyaşlarımı israf etmedim onları. Yine döndüm aynı noktaya sessizlik kalbimi kara bir bulut gibi sardı. Yazdıkça yazasım geldi kursağıma dayandı. Çıkmadı ağzımdan sözler, içime ağlamaktan öteye gidemedim. Sanki çok fazla mı uzattım ne ettim.

  Anlatmaya henüz yeni niyet ettim. Biri geldi. Kalbimin kapısını tıklatıp içeriye girmek istedi. Önce kimsin, nesin dedim tabi doğal olarak. Sonra henüz daha erken içeriye girmek için dedim. Dönmeseydi arkasını hemen, girebilirsin diyecektim. Bilinen bir hikayedeki gibi senim diyebilseydi, onu içeriye buyur edecektim. Olmadı, olmayacak gibi hissetmeye devam ediyorum. Yalnızlıklar kumsalının kumlarında bir inci tanesi aradığım sadece ve yazılarımı okuyan okumayan herkese sözlerim. Aşk, bu dünyada yaşanıp ahirete taşınan bir şey. Öbür dünyaya taşımak istemeyenler olacaktır aşkını, onlar hemen bu dünyayı terk etsinler.

  20 günlük asosyallik sürecimde yeni yeni tecrübelere sahip oldum. Çeşitli bahtsızlıklar başımdan ayrılmadı yine, bayramın ilk iki günü çiftçilik ve hayvancılıkla geçti. Önümde 9 çeşit iş varken ben angarya işlere zaman ayırdım yine, garipti. Yeğenime oyun yükleyip, yüklediğim oyunların bir kısmını geçmekle uğraştım. Bazen köyün ayazında fasulye savuran(köyde böyle deniyor, pisliklerini ayırmak manasında) babaannem ve dedeme yardım ettim. Bazen hayvanların önüne ot koydum. Bazen ders çalışmaya çalıştım ama çalış(a)madım. Öyle geçti gitti işte bayram şimdi önümde bir tatil günüm daha var ve yine işler işler işler birikti işler..

  Bu yazıya başlık koymak çok zor olacak çünkü yine saçmaladım galiba, bir kişi aklındaki bütün her şeyi yazıya dökmeye çalışırsa böyle olur. Manidar bir söz söyleyelim de başlığı o olsun bari. Kaç dedi geçmişim geleceğinden, bin dedi aşkın trenine, bekledim bekledim ve aşk gelmedi gittiği yerden. Oysa gelip oturup baştan yazsaydı ya beni. Türküler, hayatımı anlatmaya devam etti.(Arada kroluğum tutar benim, bakmayın. Aslında arabesk sevmeyen biriyim.)

http://fizy.com/#s/1aoxle

Salı, Ekim 18, 2011

A-Sosyallik mi? Benim işim

Çok yoğun günler geçiriyorum, o kadar ki, dakikalarla randevu vermeye başladım insanlara. Bu beni nasıl mı etkiliyor? Sudan çıkmış balığa döndüm ya, ben rahata alışmış biriydim. Neler oldu bir ayda, her iş üst üste geliyor. Üstelik hiç biri bir sonuca bağlanmıyor. Böyle karmaşık ve garip işte.

Neyse, aldığım karardan bahsedeyim biraz. Hem işlerimi yoluna koymak ve aynı anda dersleri boşlamamak adına a-sosyal olmaya karar verdim. Blogger, msn, facebook, twitter gibi bilgisayarda çok vakit geçirmemi sağlayan şeylerden vazgeçtim an itibariyle. Zorunlu olmadığım sürece sosyal medya ve sosyal günlüğüm ile ilgilenmeyeceğim. Sizleri de boşluyor gibi oluyorum biraz ama böyle olması gerek. Yoksa hayallerimi senelerce ertelemem gerekecek.

Biriyle tanıştım ve galiba tanıştığım kişi o beklediğim melek vasfına birebir uyuyor. Kalbimi titretip, o üç harfi yanyana getirmeme sebep oluyor. Yıllar sonra düşüncelerim yine netleşiyor ve doğru bir iş yaptığımı hissediyorum.Galiba oluyor. Her şey yoluna girmeye başlıyor. O'na karşı hafif duygulardan öte yoğun duygular besliyorum ve bu duyguları ona sunmakta acele etmiyorum. Onu, hayatımı yoluna koymama yardım edecek bir yıldız kümesi(isminden dolayı) olarak görüyorum ve yavaş yavaş gelecekte, geçmişe seyahat planlarımız oluşuyor.

İşte böyle, bu benim 1 ay sonraki yazıma kadar yazdığım son yazı. Bayramdan sonra tekrar yazarım.

Hadi Eyvallah.

Cuma, Ekim 07, 2011

Hayatım'ın Sıkıcı ve Enteresan Günleri

Garip.. Kaç kündür yazmak için başlıyorum ama bir türlü yazının sonunu getiremiyorum, yarım yarım yayınlamak da olmuyor ama en sonunda bir kaç gündür yaşadığım şeyleri özet halinde anlatmaya karar verdim. Son yazımı yazdığımdan beri geçen günlerin hepsini anlatmak yerine şu son günümü anlatayım da bir özet olsun dedim sonra da. Ufak bir karar değişikliği göz çıkarmaz sonuçta.

Okulda bir öğrenci kulübümüz var. Kulübün, dün saat 11.00 de aktif üye toplantısı vardı. Biraz açıklayayım, kulübe yeni katılmak isteyen arkadaşlara kulübün içeriğinin anlatıldığı bir toplantı. Benim çocukluktan kalma bir toplum önünde konuşma fobim var. Fakat bu fobiyi yenmek için, ilkokuldan beri her etkinlikte bulunmak için önce ben atıldım. Şiirler okudum, tek başıma konuşmalar yaptım. Yine de hazırlıksız konuşmalarda zorlanırım. Kimseye hissettirmeden ayaklarım titrer terlerim. Neyse, ona gitmek için sabah erken kalktım, rutin sabah koşusundan sonra eve gelip biraz uzandım ve saat 10 da minibüs beklemek için dışarı çıktım. Önceki yazılarımı okuyanlar ya da beni tanıyanlar bilirler ben bahtsızlığı bahtıma yorabilen bir kişiliğim ve bu sebepten dolayı bahtım hiç açık olmaz. Neyse, geçen 4 minibüs dolu olduğu için beni almadı ve otobüse de sığamadım. En arkadan gelen minibüse bindim zor bela onda da merdivene oturmam gerekti.(Polis, ayakta olduğumu görmesin diye.) Toplantıya 11 de yetiştim ve konuşmaya başladım. Ufak bir konuşmanın ardından istediğim mesajı verdim ve benimle birlikte çalışmak isteyen 1 kişi bulabildim.(Sorun yok, bahtsızım.)

Daha sonra 2 de bir toplantı daha vardı 2.öğretim arkadaşlar için, onlara da konuştuk daha sonra 5 te olduğunu sandığım dersin 3 te olduğunu öğrendim. Yazı çok sıkıcı oldu farkındayım ama böyle gitmeyecek umarım. Neyse dersin 3 te olduğunu 4.15 de farkedince dersimi de kaçırdım ve çarşıya çıktım. İki tane sweat aldıktan sonra bir tam ekmek döner yiyip eve döndüm. Şu an kafamın karışıklığından dolayı kaçırdığım dersi hazmetmekle meşgulüm.

Eve geldiğimde her zaman yaptığım gibi twitterımı açıp iki gün kadar önce twitter'dan konuştuğumuz(tartıştığımız) bir kız ile tanıştım. Beni aşağılıyor kendisi. Ben de ona bir kez yılan dedim. :) İlk kez biri ona hayvan ismiyle hitap ediyormuş, öyle dedi bana. Ben de hiç bir şeyden memnun olmayan birine ihtiyacım var benim dedim. İçten içe mutlu olmalı benim aradığım kişi dedim. Yani herkese göstermemeli mutluluğunu dedim. Tabi onun hiç mutlu olmayan biri olduğunu düşünmüyorum. En azından benden cesur olduğunu söyleyebilirim. Çünkü benim twitter'a fotoğrafımı koyacak cesaretim yokken, o koymuş. Güzel bir kız, zaman neyi gösterir bilemiyorum.

Gerçekten çok üzüldüğüm bir konuyla karşı karşıya kaldım bugün. Hayatını bahtsızlıktan, bahtına yoran bir idolümü kaybettim. Evet o gökten düşen 3 elmanın birinin sahibiydi. Steve Jobs'u kaybettik. Dünya ona borçlu diye düşünüyorum ben. Üzüldüm yani, kanserle mücadelesi olsun, evlatlık verildikten sonraki mücadeleleri olsun, benim için büyük bir örnek teşkil ediyordu. Daha fazla konuşmak istemiyorum. Ailesinin yasına saygı duyuyorum. Ve twitter adresini 3 gün önce takip etmeye başlamıştım. Nasip..

Yine her şey bomb.k afedersiniz. Ama öyle yani, hiç bir şey düzgün gitmiyor. Neye elimi atsam, elimde kalıyor ama hala bir umudum var düzelecek.

Hayat dediğimiz ne ki zaten, uzun bir yolda yürümek bana göre. Bir de aşk var değil mi, onun da tanımını yapa yapa bitiremedik. Yalnız kalmanın anlamını anladığımda, sensiz kaldığım günlerin saniyesini hesaplayan hesap makinesi icat edildiğinde ve Dünyaya yağan kırmızı karı biz de görebildiğimizde, bütün insanlık mutlu olacak ve o zaman aşk'ın tanımı net bir şekilde belli olacak. Bu da benim kehanetim olsun.

Pazar, Ekim 02, 2011

Bu yazının da sonunda sadece üç nokta...

Bir parça koptu yine kalbimden, etkisi bütün bedenime yayıldı. Kalbimden kopan parçanın sırrı, aşık olduğum şahsa soruldu. Ben bilmem dedi ve sıyrıldı bütün suçun arasından. Ortada kalakaldım öylece.. Kalbi kopuk bir birey oldum.

Yalnızlığın sırrını çözmeye yaklaştım son günlerde. Şimdi annem olsaydı,yalnız kalacağına ders çalış derdi boş işlerle uğraşma.. Bir yandan bakıyorum o da haklı. Uğraştığım boş işleri ardı ardına sıralasam bomboş bir birey olduğum ortaya çıkar. En basitinden radyo yayını mevzuu. Onu anlatmadım size doğru. Bir radyo yayını yapıyoruz, birkaç arkadaş ile birlikte. RadyoEM diye. Orada yayın yapmaya başladım da. Pek dolu bir iş olmadığına karar verdim ve artık keyfim olmuyor pek yayın için. Neyse gelelim benim kabimden kopan parça kısmına.

Öyle bir parçayı aldın gittin ki benden, sanki seni tekrar bulamazsam 3 ay içinde öleceğim. Böyle kime yazdığım da belli değil ya. Bu 'yazmak' sözcüğünün anlamına vakıf oluyorum galiba yavaş yavaş. Yazdım sana sevgili, yazdım da sen anlamadın. Sonra sen bana söylemedin dedin ve o parçayı koparıp gittin bedenimden. Garip, yalnız ve sessizlik içerisine düşen bir ben oldum yine. Gözlerimi yaş damlaları doldurdu. Bu yaş damlaları kalbimin acısından değil, diğer organlarımın hasretindendi. Saçma sapan düşünceler deryasıyım ben diyorum ya. Aşkı anlatmaya çalışmıyorum size, çünkü herkes biliyor anlatılmaz yaşanır bir şey olduğunu bence. Yanlışım varsa hemen düzeltin. Neyse ya, boşverin.

Samimi bir eda, yalnız bir kimse, ağlamaklı gözler şu anki ruh halimi anlatabilecek anahtar sözcükler. Buraya yazarak yazıyorum sana diyebildiğim bir sevgili. Garip bir ruh hali benimkisi, öyle ki ne yalnızlık tanımlayabiliyor ne de bu yazının sonun koyduğum üç nokta...

Perşembe, Eylül 29, 2011

Dünyalarla Değişirim Seni

Öyle büyük bir heyecana sahip oldum ki sebebini bilmiyorum. Sanki tekrar aşık oldum. Sanki Dünya yenilendi gözümde. Ağlamak istiyorum böyle bir heyecana sahip olduğum için. Neden yaşadığımı bilmiyorum ama bir sevgilim olsaydı onun yaşatacağı heyecan bu olsun isterdim ya da bunun gibi bir şey. Sanki ikimiz de elele tutuşup gökyüzünden yere doğru süzülüyormuşuz gibi hissetmek isterdim tabir-i caizse..

Neden bir arayış içerisindeyim ki sanki. Er geç bulacak o kişi beni ama bir arkadaşıma verdiğim cevap gibi aradığım kadar aranacağımı düşünmemden dolayı bu arayışım. Kalbim boşluktan sıkılıyor artık, neden ben de mutlu gözüken evlenmeyi düşünen insanlar gibi olmayayım. Neden okul bittikten hemen sonra evleneceğim mutlu bir birlikteliğim olmasın ki. Acele etmek de istemiyorum çünkü benim bir sevgilim olsa, onun hayatına göre yaşardım ben. Zaten kendimi hiç düşünmem ki, yaptığım her şey onun için olurdu.

Ama yok işte, ağlamaklı olma sebebim bu işte. Hayatımı onun hayatıyla birleştirip tam manasıyla onun için yaşamak istiyorum artık hayat!! Anla beni. Ve sıkıldım artık yalancı insanlardan beni terk ederken bile yalan söyleyenlerden. Ben beni sevebilecek benim de onun için yaşayabileceğim birini arıyor, onu Dünya'yla değişmek istiyorum.

Gel bul beni de, Dünyalarla değişeyim seni..

Salı, Eylül 27, 2011

Kar Tanesinin Aşkı Gibi

O gün gelir ve bir kar tanesi düşer gökyüzünün en tepesinden. Dünyaya doğru düşmeye başladığında parlak bir ışık keşfeder ve ona bakarak düşmeye başlar yeryüzüne. Düşer ve düşer..

Yeryüzüne düşmeye başladığından beri hep aynı amaca doğru yönelir ve o ışığa ulaşmaya çalışır ama nafile, Dünya onu çeker. Uzaklaştıkça o bakakaldığı ışıktan, daha çok özlemeye başlar onu ve sonunda olan olur. Kar tanesi Güneş'e aşık olur. Uzaklaştıkça sever güneşi, yere düşene kadar çabalar durur güneşe varmak için. Yere vardığında da vazgeçmez aşkından o kartanesi. Hala aşıktır güneşe.. Sonra onu yukarılardan gönderen bulut çekilir güneşin önünden ve yavaş yavaş öldürür güneş kartanesini.. İşte bu yüzdendir çabuk erimez kartaneleri.

İşte kar tanesinin Güneşe aşkı böyle biter. Her ne kadar mutsuz gözükse de, her kar yağdığında bu aşk kendini tekrar eder.

Benim de aşklarım böyleydi, bütün güneşler beni eritti bitirdi. Karıştım diğer kar tanelerinin arasına, ağlamaklı olduğumda, neden böylesin diye soranlar oldu tabi. Ne deseydim onlara? Kar tanesi gibi aşık oldum ve eridim mi? Artık temkinli atıyorum adımlarımı aşka doğru ve okunur okunmaz bilinir bilinmez yazılar yazıyorum. Boş uğraşlar buluyorum kendime ve üniversite hayatımda kalan son iki senemi, değerlendirmeye çalışıyorum.

Erteledim aşkı ta mezun olana kadar tabi benim bulutum beni bırakana dek yeni bir aşk yaşamayacağıma söz verebilirim ancak. Amacım uzun cümleler kurarak kafanızı karıştırmak değil, amacım aşkın manasını ufak cümlelerde saklanmadığını anlatmak. Daha fazla yazmayayım da muhabbetin kulağına kar suyu kaçmasın.

Cuma, Eylül 23, 2011

Doktorlar, Üniversite, Post it..

"Görünüşte" zayıflığım yüzünden gittiğim doktorun bana verdiği ilaçlar çok etkili çıktı. Dün içtiğim şekerli Türk Kahvesi x3 etki bile etmedi. Gerçi hiç etki etmiyor da..

Bloguma yazdıkça, arkadaşlıklar edinip canlanıyorum. Derslerime çalışma hevesim artıyor, kendimi daha zeki hissediyorum. Yüzümde oluşan sivilcelerin psikolojimden kaynaklandığını düşünen bir doktorum vardı bundan bir önceki doktor saçma sapan anti depresanlar vermişti. Antihisteminik ilaçlar falan. Tabi ben bu ilaçların etkilerini prospektüse bakmadan bilebilen biriyim çünkü lisede 'o kız' için yaptığım araştırmalar var.

Endüstri Mühendisliği okumamdan bilsebep(mütevellit "bu kelimeyi de çok severim. :d"), her şeyi geliştirme, yeni yeni şeyler düşünme havasındayım. Post-it konusuna taktım son günlerde duvarımı postitlerle dolduracağım bakalım, çalışmama mı sebep olacak yoksa kafamı daha çok yazılarıma mı vereceğim göreceğiz. Bu pazartesi okul başlıyor. Aslında geçen hafta başladı da gitmedim. İlk hafta kim okula gider ki..
Yeni yeni hocalar, zor zor dersler, sınıfta kaldıklarından dolayı sayısı azalan sınıfım. Garip bir sene olacak ama hadi hayırlısı bakalım.


Not ortalamamın yüksek olamamasından şikayet eden bir ailem var. Yüksek olacak da ne olacak diye de direten ben. Çap yapacaksın daha az para vereceğiz diyorlar.. İsterseniz hiç para vermeyin okumayayım diyorum ben de..

Bilgisayarın altına sayısal loto kuponu sakladım. Paşam dediğim çok yakın bir arkadaşım sayısal loto ve süper loto oynamamı istedi ben de oynadım süper loto dün çekildi ve 3 ayrı kolonda 3 ayrı sayı tutturmuşuz. Çok sevindik. Çünkü önceden ancak bir kolonda 1 tutturabiliyorduk. Sayısal loto daha çekilmedi bakalım ama açık ve net söylüyorum sayısal çıksın bu siteyi muhendisuledebiyat.com a taşırım.. Şimdi de taşıyabilirim ama burda iyi bu.. :))

Twitter hesabındaki mesajlardan tiksiniyorum. Çünkü mesaj gelince uyarmıyor. Sevmiyorum onları.. O yüzden bana mail adresimden yazın veya facebook'tan.. facebooktada takma adım ceomerkerim bu arada..

Hoşçakalın şimdilik.

Örnekler;

Perşembe, Eylül 22, 2011

Bugünden Detaylar

Buluştuğum ilkokul arkadaşımla ilgili detayları anlatmak istedim. Daha önce de anlattığım gibi bahtsızlığım burada devreye girdi tabi ve gerçekten eğlenceli bir buluşmaydı, ben eğlendim tabi de bir de bunu ona sormak lazım.

Alışveriş merkezine sadece 5 dk önce gittim yani beni 5 dk. bekletti. Bir kız için bu muhteşem bir süredir. Siz onu bekletemezsiniz ama o sizi yarım saate kadar bekletebilir normaldir. Geldiğinde aradım ve nerde olduğunu sordum ben kahve dünyasına oturmaya karar verdim dedim ama o kahve dünyasına oturmak istemediğini söyledi. Tabi hemen anladım kesin bilmiyor ki kahve dünyasında da sigara içilebiliyor. İlk gördüğümde bulanık bir görüntü vardı gözlerimde, gözlüklerim yoktu ondan herhalde.. :) Sonra görüntü netleşti tam da beklediğim gibi biri geldi. Kahve dünyasına oturduk ve dışarıda üstü açık bir yere oturduk yağmur yağacağını göre göre.. :) Sonra yağmur yağdı tabi doğal olarak başka bir yere geçtik, önce 77 yi seçmiştik sonra 69 a geçtik ve sonra oraya da yağmur geldi ve 57 ye geçtik en son 71 de karar kıldık. Oraya yağmur gelmesi için çatının yıkılması gerekiyordu. Neyse eski günleri konuştuk öyle hayattan konuştuk. Neler yaptıklarımızı anlattık birbirimize ben şanssızlığımdan bahsettim biraz, başıma gelen ufak şeyleri anlattım. Sonra annemler falan herkes bizi çıkıyor biliyor biliyor musun dedi birara, tabi açıkladım hepsine tek tek dedi. :) Konuştuk gülüştük, muhabbet daha güzel olsaydı iki sigaradan daha fazla içebilirdi herhalde. Demek ki muhabbet güzel değildi sonra kalktık leyla gibi dolaştık koca alışveriş merkezini.. Dışarıya çıktık ve yağmur dinmişti. Otobüs durağına kadar gittik ve 3 dk sonra otobüs geldi. Ben yağmur yağıp ıslanacağımın bilinciyle, o ıslanmamanın mutluluğuyla ayrıldı, teşekkür etti. Bu kadar yani sonuç tek bir şarkı ile özetlenebilir.

Buyrun, özet şarkı..   ;)

Yağmurda Islatmak İstersin Hayallerini

Bir blogger, sadece kendi hasretinden bahseden kendi hüznünü sayfalara döken. Arada bir kitap tanıtımları yapan. Kendi halinde bir blogger. Acı bir hatıradan dem vuran eskide kalan ama hatırlayabildiği hatıralarını yazıya döken biriyim ben.

Bugün ilkokulda iki sene kadar yanyana oturduğum bir arkadaş ile buluşacağım. Tabi ilkokul arkadaşı diyince dalga geçilir hep ama olsun. Ben test ettim tamamen hislerimiz duygularımız beğendiklerimiz nefret ettiklerimiz uyuşuyor. Tabi hemen atılıp, ben sana aşık oldum demiyeceğim. Çünkü aşk benim için artık korkutucu bir şey. Yazılarımda hep birilerini aradığımı yazıyorum ya, aslında ben aramıyorum. Arayan biri varsa, aradığını bulmasını bekliyorum. Çok garip ve manasız bir cümle oldu sanki bu son kurduğum. Anlatmak istediğim, benim seni aradığım kadar değerin oluyor gözümde, bulduğumda sana verebileceğim değer bu kadar yani. Ya da senin beni aradığın kadar bulma ihtimali artıyor. Neyse karıştı yine kafalar, sözcükler birbirine girdi.

Yağmur hastası bir yazarım ben, o kadar ki sırılsıklam olmak yetmiyor bana, her sırılsıklam olduğumda, aşık olmak geliyor içimden. İlla ki bir canlıya değil, neye olursa aşık oluyorum, dağa, taşa, toprağa, bazen bir yağmur damlasına. Sözcükler ardı sıra geliyor. Aynı sağanak yağan yağmur tanelerinin ardarda düşüşü gibi. Sensiz geçen günleri ardarda döküyor yeryüzündeki toprağa ve taşa kainat. Ağlıyor adeta gökyüzü, gülmeye çalışıyor güneş, sensizliğe hasret kalmanın burukluğuyla benim gibi. Sana aşık değilim artık çek git hayatımdan. Bir kez daha aramaya kalkarsan hiç düşünmeden suratına kapatacağım bütün yaşadıklarımızın yazdığı defteri. Mecazi anlamlarda boğulup yağmura sevineceğim yine. Sonra yazdıkça yazacağım, yağmurda ıslanan hayallerimi.

Yakışıklı bir çocuk olmadığım net ve çok fazla aşk yaşamadığım da doğru. Lisede 1, ilkokulda 3 kişiye aşık oldum ben sadece. Bu kadar az aşk tecrübem olmasına rağmen aşktan dem vurabiliyorum nedense. Yine devrik devrik konuşmaya başladım. Neden böyle hemen duygusala bağlıyorum ki bilmem. Halbuki çok sert mizaçlı bir çocuğum ben. Çocuk diyorum çünkü aşkımı büyüttüm sadece ben yıllar boyunca içimde. Bütün yaşadığım aşklar platonikti. Bir tanesi hariç elbette. O kız'ın adaşıydı benim platonik aşk yaşamadığım kız. Bana çok uygundu tabi ve birlikte olduğumuzda üzerimizde biriken nazarları toplasam, dünyayı yerinden oynatabilirdim. Çünkü tamamen mükemmel bir çifttik dışarıdan. O da terketti beni lanet olsun. Sonunda pes ettim, aşkın üstünü çizdim.


Sonra hayallerimin peşinden koştum, mimar olmak istedim de ne oldu? Olamadım. O sözde dediği gibi çizdim hayalimin üzerini de, hayat oldu. Anladım ki etrafımdaki yalancılar çoktu. Yazdıklarımın sık olmamasının sebebi, son bir kaç gün içinde, bütün hayatımı bir deftere atamak oldu. Bundan sonra saçma sapan da olsa yazmaya devam edeceğim. Ben, Mühendis'ül Edebiyat olarak duygusal yazılarıma ve hayat hikayemi parça parça anlatmaya buradan başlayacağım ve burada bitireceğim.

Bugünkü buluşmadan ne çıkar bilmem ama artık her şeye temkinli yaklaşıp, her sözümü uzun süreler düşünür biriyim ben. Eğer buna katlanabilen bir ilkokul arkadaşım olursa o zaman belki olabilir, neden olmasın? Belki bugün yağmur yağar da, bir güzel ıslanırız. Ne dersin Mikail?(a.s.)

Pazartesi, Eylül 12, 2011

Kapı gibi yalnızlık

-Yalnızlık dediğin ömür boyu olur kerim.
+Yok öyle ömür boyu yalnızlık, benim yalnızlığım anlık.
-Yine şair gibi konuşmaya başladın ha..
+Hayat dediğin, şair olunca güzel bedenim.
-Peki, genç.

Ruh konuşmamı bitirdikten sonra, döneyim beni takip eden sevgili arkadaşlarıma. Zamanın birinde, bir arkadaşım böyle sonu yüklemle bitmeyen cümleler kurmamamı söyleyeli beri, böyle şeyler yazmamıştım. Her öneriyi değerlendirir, değiştirebildiğim her şeyi değiştiririm halbuki ben. Yine de bunu tam anlamıyla değiştiremedim.

Hayatım yalnız geçiyor. Mutlu muyum orası tartışılır tabi de, önemli olan yalnız geçmesi hayatımın. Her geçen gecenin ardından, yapmam gereken işleri sıralıyorum yine ardı ardına. Ne oluyor ertesi gün biliyor musun? Unutuyorum ya da bir sıkkınlık geliyor içime ve ben de hiç düşünmeden vazgeçiyorum yapacağım işlerden. Sanki vazgeçmek, işlerimi azaltıyormuş gibi. Sözde sinemaya gidecektik bugün kuzenlerle. Vazgeçmişler onlar da benim gibi, ablam ve kuzenim, burgaz'daki kuzenime gittiler. Deniz havası var ya orada, ben ne halim varsa göreyim, onlar denizin havasını alsınlar.

Bu sene okulun en zor yılı olacak, hissediyorum. Zaten 3.sınıf hep zordur. Ama yalnızlığın yanında, 3.sınıfın zorluğu vız gelecek gibi de gelmiyor değil. Lazanya'nın tabiriyle, 'vampir'i hatırladım geçen gün yine. Kitap alırken, ona verdiğim bir kitap geldi elime. Tekrar almak istedim ya da tekrar bir kitap arkadaşım olsun istedim bilmiyorum. Vampir takma adı gerçekten uyuyor ona, kanımı emdikçe emiyor çünkü kötü kalbiyle. Hiç düşünmüyor, her geçen gün ölüme yaklaşıyor bu çocuk diye, her sene bir şekilde hatırlatıyor kendini ve her hatrıma geldiğinde ömrümden ömür çalıyor.

Neyse, yalnızlığıma dönelim, kapı gibi bir yalnızlık var şimdi önümde. Kimseden, hiç kimseden şikayet edemiyorum ki. Babam arada gelip sitem ediyor, hayatın bilgisayar oldu yine diye. Haklı şimdi adam, sabah bir oturuyorum, akşam yemek yemek ya da spor yemek için kalkıyorum başından. Yalnızlığımı twitterda facebookta gidermeye çalışıyorum ki bu imkansız. Düzenlemem gereken bir web sitesi var, şu derslerimi bir seçeyim de o işe yoğunlaşayım.

Görüşmek üzere, yalnızlığım, aç kapını da içine dalayım.

http://fizy.com/#s/12i39s

Pazartesi, Eylül 05, 2011

Ruh ve Kalp Yarışım


Gecenin bir yarısı.. Sessizliğin tadını çıkardığım anlardan birindeyim. Sessizlik dediğim anda aklıma sen geliyorsun nedense. Yeter artık kerim, unut geçmişi diyor yine benliğim. Ama ruhum farklı düşüncelere sahip gece yarısının se(n/s)sizliğinde..

Uzun geliyor artık geceler bana. Sabretmenin anlamına vakıf olup hiç vazgeçmemenin ne demek olduğunu anlıyorum. Her gece rüyama seni de koyuyorum. Sana şarkılar söylüyor, adını sayıklıyorum, sessizliğe. Ve susuyor gece, susuyor hayat, susuyor bu sensiz beden. Acılarım sadece bedenime etki etmiyor. Bir de ruhumun çığlıklarına katlanıyorum. Ruh çığlığı nasıldır bilir misin sen? Alışmamış bir beden için ruhun bir çığlığı, gözbebeklerinde biriken bütün yaşları akıtır önüne hiç bir şey anlamazsın. İşte bu duruma alışkanlık kazandı artık bedenim. Önceleri rüyalarıma girdiğinde vazgeçmenin önüne bir set koyardım gözyaşlarımla. Şimdi ise alışkanlık güçlendirdi bedenimi. Ruhumun çığlıkları etkilemiyor artık gözyaşlarımı.

Hep sensizlikten dem vuruyorum. Ağladığımı söylüyorum. Görmeden bilemezsin. Sevmeden anlayamazsın diyorum. Hatıraların en acısı şimdi gözlerimin önünde. Sessizlik ve sensizlik hiç yalnız bırakmadı beni. O yüzden hiç yalnızım diyemedim. Gecelerin sessizliğine boğuldum. Hep çırpındım ama bir türlü kurtulamadım. Acılarla yaşamayı öğrendim. Ruhumun gücünü keşfettim. Sensiz de yaşayabilen bir kalbim olduğunu hissettim.

Sessiz ağlamanın faydasını anladım sonra. Yeni bir hayata başlamanın gerekliliğini soruşturdum. Karara bağladım geçmişimi. Geçtiği gibi kalacaktı. Hiç değişmeden, neden öyle olduğunu sorgulamadan kalacaktı. Artık kalbim mutluluğa doğru bir yarış içerisinde. Ya ruhum kazanacak bu yarışı ya da gönlüm. Ruhum kazanırsa yeni ufuklara yelken açacağım. Eğer gönlüm kazanırsa, eskiden olduğu gibi olmak için otobüs durağında yaşlanmayı bekleyeceğim, hiç gelmeyeceğini bile bile.

Yarışın sonucu belli gibi aslında, gönlüm kaplumbağa ruhum tavşan gibi aslında. Olur da tembellik etmezse o yaşlı ruhum. Çok rahat geçebilir gönlümü. Sonucu ne olursa olsun. Bunu ancak geleceğimde görebileceğim. Yarışın kupasını ruhuma ya da gönlüme vereceğim.

Cuma, Eylül 02, 2011

Boşluğa Düşmek

Boşluktayım.. Düşüyorum hayatım boyunca hayal bile edemediğim uçurum gibi bir boşluktan aşağıya. Artık ne kazanacak bir şeyim var ne de kaybedecek. Bütün hayallerim benimle birlikte düşüyor. Ne etrafta tutunabilecek bir dal var ne de birlikte düştüğümüz biri. Boşluktayım hala, Dünyanın en uzun uçurumu bile olsa şimdi yere varacağımın farkına varıyorum. Ama hala yere varmadım. Yapacak hiç bir şey yok.

Bütün yaşadıklarım geliyor aklıma, bir de kurduğum hayaller var tabi. Uzun uzun düşünmüş hayaller kurmuştum. Şimdi ne oldu, düşüyorum işte.. Elbet bitecek bu uçurum ve ebedi alemde bulacağım kendimi. Düşünüyorum, acaba çok mu yaşadım ki. Ama artık sıkıldım düşmekten sırtımı çevirdim uçuruma yukarıya baktım. Bir de ne göreyim? Uzaklarda çok uzaklarda bir ağaç dalı. Hemen yüzümü yere döndüm. Bir tane daha denk gelirse, hiç düşünmem asılıp tutarım.

Uçurumun sonu yok, düştükçe düşüyorum. Çok garip bir duygu içimde ya kurtulursam heyecanı var. Düşüncelerim hızını almış durumda ve bir anda elimi sırtımın arkasına atıyorum bir ip tutuyorum sırtımdan. Hiç düşünmeden çekiyorum ipi ve paraşütüm açılıyor. Gözümün önünden geçen hayatım birden kayboluyor. Yaşarsam şunu yapacağım bunu yapacağım dediğim sözler bir anda zihnimde beliriyor.

Neyse, artık kurtuluyorum. Sonra gözlerimi açıyor ve cuma sabahına kocaman bir gülümseme ile başlıyorum. Bugün de kurtuldum..

Pazar, Ağustos 28, 2011

(U)san(a)ma(ma)k

Çok soğuk geceler gördü bu beden,
Bir türlü vazgeçmedi sevmekten.
Usanmak kelimesinin 'u' harfini unuttu,
Hep sanmak geldi içinden.

Ağlamak erkeğe yakışmaz dediler,
Anladım gülmek, kadında güzelmiş.
Ağlayamayan erkeğe gülmek zaten gitmezmiş,

Kalbi durmuş; olduğu yere yığılmış erkek,
Sonra beklemiş sonsuza dek,
Bir seveni çıkar elbet..

Gözlerimden akan yaşların haddini bir ben bilirdim,
Bir de sensiz geçen gecelerin soğukluğunu,
Ta kalbimde hissettim.
Gökyüzünden yağanı kar sandım da;
Bir türlü u'sanamadım sevdiğim.

Mühendis'ül Edebiyat

Cumartesi, Ağustos 27, 2011

Ramazan Davulcusu

Ramazanın vazgeçilmez geleneklerinden biridir davulcular, biraz onlardan dem vurmak istedim. Güm dede güm güm.. Hiç zaman kaybetmeden söylemeliyim ki kesinlikle imsak vaktinden 1 saat kadar önce geleni makbuldür. Yani öyle 2 saat önce gelip yok yere uyandıranı sevilmez pek.

Fabrikada çalışan tanıdığım çok olduğu için söylüyorum, çoğunun pek işine yaramaz bu davulcular. Bazılarını uyandıramaz da, uyandırdıkları zaman Ramazan falan dinlemez söverler. Halbuki davulcu dediğin uzaktan uyandırmalı öyle evin dibine gelip davul çalmakla uyanır mı adam. Hem ne demiş atalarımız, davulun sesi uzaktan...

Bir çok atasözüne karışmıştır davulcular, gerek manilerinden dolayı olsun gerek o ince seslerinden, kızlarımız için kızını boş bırakırsan ya davulcuya gider, ya zurnacıya demişler. Ramazanda söylendiğini tahmin ediyorum bu atasözünün çünkü çoğu yörede davul yerine zurna çalınır uyandırmak için. İnce saz.. Oynaya oynaya uyandırır adamı valla..

Şakası bir yana bu davulcuya kaçma mevzuu benim dikkatimi çeker, gerçekten kızlardan duyuyorum böyle şeyler. Şaka amacıyla söylendiği apaçık belli olsa da "ya bizim davulcunun sesi çok güzel, yok bizim davulcudan iyisi yok falan.." Söylesenize ince sesine mi vuruldunuz davulcunun?

Birkaç mani örneği vermeden geçmek olmaz şimdi.. Buyrun Ramazan manileri..

Akşam ezanı dinlemek
Sahur vakti yemek yemek
Ramazana mahsus şeydir
Gece davulcu söylemek


Akşamdan pilavı pişirdim 
Gene karnımı şişirdim 
Çok mani diyecektim ama 
Defteri yolda düşürdüm


Davulun içi pekmez
Çalarım fakat ötmez.
Bir bahşiş vermezseniz
Davulcu buradan gitmez.  


Bu kadar yeter, öylesine anmak istedim davulcuyu. Bizim davulcuyu da anmadan edemeyeceğim. Bir mani söylüyor mübarek 5 yıldır aynı mani.. Başını hatırlamıyorum da sonu hep aynı.. "Bey abimizi sorarsanız, mahallenin bir tanesi.." ;)

Perşembe, Ağustos 25, 2011

Karar Verdim 1 saate Bırakıyorum Seni

Yeni duygulara bürünmek için uçtuğum hayali gökyüzünden sana baktığımı hissediyorum. Sözcüğü ile başlamak istedim yazıma sebebi belli değil. Bir aşk çıksa karşıma, öyle bir bağlansam ki ona hiç bırakmasam. O da bana bağlansa Avatar filmindeki gibi.. Bağlarımız ayrılmasa.. Ah ah.. :/

Son günlerim remsen boşlukta geçiyor, bir günde hayal kurmak için bir kelebek ömrü kadar zaman buluyorum. Ne kadar çok bir zaman.. Her şeyin hayalini kuruyor hayaller evreninde yaşıyorum. Bilgisayar başından neredeyse hiç ayrılmıyorum. Bir kıza bağlanayım derken bilgisayara bağlandım yani, öyle düşün. Hadi ramazan diye arada iftara sahura gidiyorum yukarıya. Sonra bazen uyuyorum. Babam gibi hayretlere düşüyorum ben de uyuduğum zamanın azlığını farkedince. Bana "sen uyuyor musun?" diye sormuştu. Gerçekten öyle. Az uyumak sorun değil de şu alete bağımlı olmak beynimi çorba ediyor. Resmen asosyalitenin dibine vurdum yani. Facebook ve twitter la sosyallik mi olur lan, kalk artık şu aletin başından.

Neyse sınırları zorladığım dün bile 9 saat bu aletin başında kalmışım. Bir de aşık olabilir miyim diye düşünüyorum. Böyle aşık mı olunur. Sana aşık olan kızlar haklı, senin hayatın bilgisayar oldu. Yapılacaklar listemi yapıyorum şükür ama bir sorun var 3+ olarak zaman ayırdığım bilgisayar 3x oldu. Tamam, karar veriyorum. Kararım kesin net, okulda gördüklerini hatırla kerim, karar verme sürecine gir artık. İşte kararımı açıklıyorum. Bugünden itibaren, bilgisayar başında durma süremi yavaş yavaş azaltıp minimuma indireceğim. Hayır teknoloji de bana karşı çalışıyor yani. Yok 3g yok internet her yerde. Ey kerim!! Titre ve kendine gel..

Şu çocuk resmi de benim muhtemel çocuğum. 3 yaşında bilgisayar başında oturacağından adım gibi eminim.. Konuşmadan önce tuş takımının çıkardığı sesleri öğrenir herhalde. Tabi ben şu aletin başından kalkıp kendime bir aşk bulabilirsem.. :/

Aşık olma mevzuunu dün arkadaşla konuştuk azıcık. En sonunda karar verdik, her şeyi oluruna bırakacağız. Bir de acele etmeyip bu aşkın zaman aldığını öğrendik handeden.. :) Bu ünlülere de isimleriyle hitap etmeyi acayip seviyorum. Ünlü olsam da desem, sertap nasılsın ya.. Neyse, işte o aşk konusu da böyle kapandı dün.

Şimdi yeni kararımı uygulamak için 1 saat sonra bilgisayarımı kapatacağım bana ulaşmak isteyenler mail adresimi kullansın. Bir de şarkı koyalım sonuna tam olsun.

http://fizy.com/#s/20u4sa
Hep beraber.. Dertli ne ağlayıp gezersin burda.. Ağlatırsa Mevlam yine güldürür.. ;)

Çarşamba, Ağustos 24, 2011

Aşık mıyım ben neyim?

Nasıl bir fark bu ki, beni hayatımdan bezdiriyor. Ak ile kara arasındaki fark gibi sanki. Yaşam ile ölüm arasındaki farktan farksız. Bana bir of ile dağları yıktırabilecek sanki. Aşık mı oluyorum ne? Sıkıntıya girmeye başladım.

Bir arkadaşımı hatırladım, daha doğrusu facebook'u aktif olarak kullanmaya başladığımdan beri onunla aynı yönlerimiz olup olmadığını değerlendiriyoruz. Sürekli aynı tür şarkılar, sürekli aynı düşünceler. Sonra sohbetimiz. Garip bir duygu bu ya, hani ufak bir kıpırdanma olur ya içinizde, hani düşünürsünüz ben yakışıklı değilim o kadar be diye.. Öyle bir duygu işte.

Karamsar yazı düzenimi değiştirip yeni bir türe dönüştüm. Milattan önce söylenen sözleri haklı çıkarıyor gibiyim. Değişiyorum. Kim nasıl isterse öyle oluyorum sanki. Her ortama çok çabuk ayak uyduruyorum. Bazen güzel oluyor da, bu işime yarayacak mı ya da bu ben miyim? demekten kendimi alamıyorum.

Neyse, gelelim galiba aşık oluyorum'a. Aşık oluyor olabilirim de olmayabilirim de. Şimdi size içimdeki duyguyu bir tarif edeyim siz karar verin bakalım, aşk mı bu yoksa sadece bir hoşlanma duygusu mu? Şimdi birincisi şu ki, onu her düşündüğümde gözlerim biraz daha mayhoş bakıyor ve sanki aptalmışım gibi hissediyorum kendimi. 2.si sadece onunla uzun bir ömür geçirme düşüncesini aklıma getirdiğimde gerçekten uzuunn bir yaşam istiyorum Allah'tan. 3.sü sanki her söz ona yazılmış gibi hissediyorum yeni bir şeyler okuduğumda sadece onunla benim için mi yazılmış onu sorguluyorum. 4.sü birileri kim olduğunu anlayacak diye ödüm b*kuma karışıyor. 5.si hemcinslerimden herhangi biri onunla sohbet etmeye kalktığında, o kişiyi yavşak olarak görüyor ve bir önyargıya sahip oluyorum. 6.sı şu kalpte oluşan nefesimi kesen ağrı var ya ondan oluyor kalbimde. 7.si kız arkadaş arayışlarına başladım fakat sanki dünyada başka kız yokmuş gibi davranıyorum. 8.si galiba bir yolunu bulup ne olacaksa olsun, hayaller de suya düşmek içindir diye düşünüp ona açılmaz isem sanki 1 saat içinde ölecekmişim gibi bir hisse kapılıyorum. 9.su daha çok var ama susuyorum..

Aşırı şıpsevdi bir çocuk olmaya başladım. Galiba yavaş yavaş kendime gelmeliyim. Bırak artık bu ayakları kerim, kendine gel. Ona aşık mı oldum acaba buna aşık mı oldum acaba.. Acaba bu söylediklerinin altında ne yatıyor. Öküz altında buzağı aranıyorsun.. -Eh be kerim, sus artık. Sen işini yap boşver.. Zaten geldim 21 yaşına hala çocuğum. Belki de yarın öleceğiz boşver hayat böyle güzel..

Kendi kendine konuşmaya başlamak yalnızlıkmış peh.. Ben yalnız olmayı seviyorum o zaman. Çünkü, bir tek kerim'e anlatabiliyorum lafı eveleyip gevelemeden. Bir tek ona sövebiliyorum ne düşüneceği umrumda bile değilken. Ve tam anlamıyla net cümleleri bir tek ona kurabiliyorum. Ona sana olan hasretim yaktı bitirdi beni demek yerine seni özledim diyebiliyorum kısaca. Kafiyeli cümlelere gerek duymuyorum konuşurken ve sadece onun omzunda ağlayabiliyorum. Hep bir beklenti içinde olup, sevgilim olmadan böyle cümleler kurabiliyorum kerim, var artık gerisini sen düşün..

Salı, Ağustos 23, 2011

Tatil Modundan Kurtulma Listem

Tatil denince aklımıza ilk gelen şey dinlenmek oluyor nedense. Bir de bazı ünlülerin(bilgin de denilebilir) yaptığı kitap tatili var. Benim de aklıma dinlenmek geliyor ilk.

Tam 17 gündür tatil aşamasındayım ve artık dinlenmekten yoruldum. Yattığımda sırtıma ağrılar giriyor. Her akşam babam geldiğinde bütün konuları açıköğretimden kaldığım iki derse çeviriyor. İlgisiz alakasız bütün konuları. Dün dedim, Mustafa Armağan bir kaç yazı paylaşmış twitter'da oruç ile ilgili. Babamdan cevap, Mustafa Armağan'ın paylaştığı yazıları açıköğretim sınavında sormuyorlar. Ee doğru da yani ne yapayım? Bir de ne alakası var? Neyse.. Biraz sinir bozucu ama susuyorum o öyle diyince. Bir de umrumda olmuyor.

Tatil mevzuuna dönüş yapacak olursak, tatilin sırtımı ağrıtmasından dolayı karar verdim artık bir program uygulayacağım. Bütün öğrenci kısmısının oluşturup birebir uyanın milyonda bir olduğu programlar var ya ondan.. Ama benim programlarım genelde saatsiz olur. Yapılacaklar listesi gibi.. Böyle yazarım bir kağıda arka arkaya sonra üstünü çizerim yaptıklarımın. Böylece birebir uymuş olurum. Programlarına uymayanlara şiddetle tavsiye olunur.

Gelelim yapılacaklar listeme.. Listenin başında spor geliyor, zayıflıktan nasibini almış bir çocuk olarak azıcık kaslarımı geliştirmeye karar verdim. Spor diyince bir sürü şey geliyor insanın aklına gelin bu sporu ayıralım ikiye 1.spor mekik şınav koşu gibi şeyler olsun. 2.tür spor da, futbol basketbol gibi oyunlar olsun.

2. aktivite olarak kitap okumayı yazmalıyım. Yararlı bir birey olmak için bu ülkeye. Ayrıntı olarak da günde 100 sf. olarak belirliyorum.

3.aktivitem açıköğretim sınavlarına çalışmak olmalı ki, babamın azarını her akşam yemiyelim. 1 saat yeterli. İktisat için 1 saat ve kaldığım diğer ders olan davranış bilimleri için yarım saat..  Oldu 1,5 saat ama sıkılmazsam bu arttırılabilir.

4. olarak bilgisayara zaman ayırmalıyım. Çünkü ilgilenmem gereken bir bilgi-işlem koordinatörlüğü var. Ayrıca afişler falan en az 3 saat ayrılamalı bilgisayara ama 3+ olsun. Çünkü twitter varr facebook var falan..

Yeter bu kadar program için, şimdi bir gözden geçirelim bakalım..
Yapmak için Liste
1-Spor
Hareket - Oyun
2-Kitap
100sf.
3-Aöf
1,5+
4-Bilgisayar
3+
 Not:Dikkat bu liste sıkı yönetim olağanüstü hal durumlarında geçerli değildir.

Yapılacaklar listem de bittiğine göre artık uygulamaya geçebilirim. Her gün bir yazıyı bu bloga aktarmayı düşünüyorum. Belki arada şiir de yazarım. Karikatür paylaşıp, ses kaydı da yapabilirim. Keyfime bağlı..

Son olarak şu listenin altındaki nota dikkat çekmek istiyorum. Bir keresinde bu notu annemlere gösteriş olsun diye yaptığım programın altına iliştirmiştim. Yapmak istemediğim her şeyden bu not ile sıyrılırdım. E şimdi bu olağan üstü hal, bak teyzemlere gidecekmişiz diye.. :) Bu notu da eğer yapmak istemediğim bir şey olursa onu yapmamak için koydum oraya. Şimdi bir de çıktısını aldık mı tamamdır. 
Hadi görüşmek üzere.. 

Pazartesi, Ağustos 22, 2011

Çocuk Kalmak

Herkesin olduğu gibi ben de çocuk oldum. Olmaktan da öte, çocuk kaldım. Hala onüç ondört yaşında gibi davranıyorum. Sıkıntıdan değil, sadece ruhtan kaynaklı olarak. Her şeye güler, her saçmalığa kahkahalar atabilirim. Mikrop kadar şeyden mutlu olabiliyorum bu yaşımda.

Bütün günüm boş işler ile geçiyor hala. Bir keresinde hiç kalkmadan 26 saat bilgisayar oynadığımı biliyorum. O rekoru tekrar kırmaya doğru gidiyorum. Sahura kadar zaten bilgisayar başında duruyorum, sabah kalkıyorum, yine yapacak bir şey yok. Yine bilgisayar. Bir işe yarasa tamam da yani boş.. Bomboş. Ses kaydı falan yapıyorum, yazı yazıyorum işte böyle. Tipik yaz tatili bitsin artık havasına girmiş durumdayım. kerim(iç sesim) konuşuyor yine. Git gez ulan, internetle sosyallik mi olurmuş. Bir kız arkadaş olaydı, iyiydi hem gezerdik diyorum kendi kendime.

Çocukluğuma dönelim. Deliliğim tedavi edilebilir olabilir belki. Balkon çocuğuydum ben zaten 9 10 yaşıma kadar, mahallede erkek yoktu lan hep kız..Öğk gelmişti yani kızlardan. 6 yaşımda okuma yazma öğrendim ablama olan hırsımdan, sonra zaten annemin eteğinden ayrılmadım. Okula gönder de artık bir arkadaşım olsun diye. Seneye seneye dedi annem hep. Orda öğrendim işte sene 365 günmüş. Okula gittiğimde anladım, erkek dediğin güçlü olur diğer erkeklerle kavga ettiği kadar saygın olurmuş. Anlamadım tabi bunu. 5 sene hep kızlarla büyümüşüm nasıl anlayayım. Neyse, kızlarla büyüdüğümden şeffaftım ben herkese karşı utanma arlanma yoktu. Ne düşünüyorsam hop ağzımda bitiveriyordu. 1. sınıf hayatım en arka sırada hayat bilgisi kitabını deftere geçirmekle geçti. (Sınıf atlatılma mevzuunu geçiyorum. Orası çok hüzünlü çünkü.) Matematik bilgim 1 den 365 e saymaktan ibaretti hani yıl 365 gün ya ondan.

Neyse çocukluğumda değişik düşüncelere sahiptim ben, doktor olacaktım. Hatta müsamere yapılır ya orada da doktordum ben. Neyse bunu geçelim de doktor olmak isteme sebebime gelelim. Şimdi ben 2 tane arkadaşla geldim 7 yaşına kadar. Ablam bir teyze kızım iki ve öyle olurdu ki her şeyleri gizli gizli konuşurlardı benden. Ben de sinirlenirdim onlara sanki ne var gizleyecek derdim. Doktor olmayı isteme sebebim, kızları anlamaktı. Geldim 21 yaşına ancak anladım, doktorlar da çözememiş daha o cinsi.

Bir çocukluk aşkım vardı, daha aşk bile diyemezdim o zaman ayıp gelirdi çocuksun ya. Eve elele giderdik onunla. Birbirimize sırlarımızı anlatırdık. Aynı benim gibi aklına ne gelirse söyleyen bir kızdı. Onun kız olmadığını sanırdım. Ablamlar gizli gizli konuştuğunda hep onun bana anlattıklarını konuşurlar sanırdım. Sonra 1 sene böyle geçti, kız başka okula gitti. Daha ordan başladı bahtsızlık.

İyiydi ya çocukluk, büyüyünce unutamadığım bir çocukluğa sahip olmak güzel bir şey. 8 yaşıma doğru kendime ait bir bilgisayarım oldu ve o andan itibaren kendimi bilgisayara kapattım. O zaman için intenet 56kb ti be.. :) Hatta modemden dırınırınım dı nııımm diye ses geliyordu. Be heyy..

Eşek kadar oldum ama hala aynı çocukluktayım. Hala kadınları çözmeye çalışma çabaları. Hala dışarılarda top oynamalar, çocuk dövmeler falan. Büyü artık kerim! Yeter çocuk kaldığın, artık halı sahada top oynamalı kadınları anlamaya çalışmaktan vazgeçmelisin. Peki ya siz? Çocukluğunuza dönmek istediğiniz oldu mu hiç?

Uzun ve bitmek bilemeyen bir yalnızlık nöbeti geçirirken yazdığım makale

Işık hızını kavramamıza yarayan hızda geçen ve hiç durmyan bir hayat var önümüzde. Bir yalnızlık tufanı da geldi geçti yanımdan sessizce. Beni kitap yazmam için teşvik edenlere söylüyorum bu sözü elbette. Yazacağım sabredin bir kitap zamanı gelince.

Her insanın yüreğini burkmaz, düştüğünde karnına yediği o arkadaş tekmesi. Dilime geldi yine keşke biz de yüreği burkulanlardan olmasak dileği. Acımasız bir arkadaş kitlesine sahip bir bireyim ben sadece. Tatil dediğin böyle uzun sürmez ki, tatil dediğin olsa olsa bir ay olur dedim de inanmadı kimse. Bu nasıl tatil ya, hiç bir şey yapmıyorum. Boşlukta savrulup gidiyorum bir o yana bir bu yana..

Saçma sapan  meşgaleler bulup bir işe yaramamanın verdiği hazla mutlu oluyorum sanki. Geçmişime baktığımda sanki pek bir şey yapmışım gibi. Neyse geçmişten dem vurmaktan haz etmem ben. Yine uzun ve bitmek bilmeyen bir yalnızlık nöbeti geçirirken yazdığım makale olsun bu da. Başlığı şimdiden kendini belli eden. Devrik düşüncelerde boğulup giden yine. Okudukça zevk vermek değil, okundukça zevk veren bir yazı olmalı belki de. Benim boş günlerimi doldurmalı bu devrik düşüncelerle.

Yine bir paragraf başına geldik, sizce gündemden mi bahsetmeliyim? Okunacak kadar değerli bulmaz mı insanlar beni. Yazdıklarım takdire şayan olmayabilir elbette ki. Ama her türlü eleştiriyi göze alıp, yazdıklarımı okurların isteklerine göre değiştirmek bir bana özgü olsa ki okunmuyorum. Devrik düşüncelerden vazgeç demediği sürece her söylenileni dikkate alıyorum. Geceleri doldurup sabahlardan dem vuruyorum. Artık kavuşmayı yazdığım geçmiş günlerin hesabını sormuyorum. Çağırmıyorum o şahsı, geleceği varsa gelir artık.

Bahtsız bir kerim ile uğraşıyorum yine son günlerde, belki de bahtsız her şeyi bahtıma yormayı bıraktığımdan bu duruma düştüm tabiki de, neyse. Acınacak haline gülen zavallı denmesin diye, gülmeyi bıraktım bahtsızlığıma. Bahtsızım demeyi de bıraktığımda geri dönecek şansım herhalde. Yazdıklarım ile dalga geçen bir Türkçe hocam vardı hatırlıyorum da. Tecrübe olarak anlatayım. Hep aynı şeyleri yazdığımı söyleyip, yazdıklarım arasında aynı olan kelimeleri diğerlerinden daha yüksek sesle okurdu sınıfta. Hangi kelime olduğunu hatırlamıyorum da, gerçekten komik gelirdi aynı şeyleri yazdığımı düşünmeye sebep olurdu. İşte o günden beridir yazdığım kompozisyonlara hep hikaye katar hatta uydururum. Lisede güzel kompozisyonlar yazardım da tabi. Anlattığım o kız sebep oldu onlara. Neyse, galiba yine çok uzattım havadan sudan konuşurken.

Havadan Sudan demişken, yeni bir sayfa açtık 3 kafadar facebook'ta.. Havadan sudan kafadan rafadan konuşuyoruz öyle.. Bekleriz..
Havadan-Sudan-Kafadan-Rafadan

Pazar, Ağustos 21, 2011

'hoş' değil yazdıklarım belki, belki de 'boş'..

Boş değil tamam yazdıklarım, hoş olmadığını söyleyenler de olacak elbette. Yanlış yaptığım zamanlarda hiç bir zaman erinmedim yanlışımı düzeltmeye. Hani acımasız bir tabir vardır ya yanlış düzeltmek için, tükürdüğünü yalamak diye, işte onu düşünmeden düzelttim hep yanlışlarımı.

Bazılarına çok içim acıdı, bazıları umrumda bile olmadı. Ama yanlış olduğunu anladığım anda düzelttim onları er; ya da geç farketmez. Allah katında zaman kavramı yoktur. Biz de kuluz en nihayetinde. Bizde zaman var da ne oluyor sanki. Hep şikayet, hep dertleri kederleri anlatmakla geçiriyoruz en azından bize verilen zamanın yarısını. Derdi olmayan insan yok bunun farkına vardım bugün. Ağlamadım diyen yalanın kuyruklusunu söyler. Ağlamak için illa ki gözyaşı gerekmez. Bir iç ses oluşturdum bende kendime, hani her ağıza sakız olan bir olric var ya ondan özenti değil ha.. Tutunamayanlar'dan eski benim iç sesim. Üstelik ona adımı verdim. Kerim dedim kısaca, gel hayatımıza çeki düzen verelim. Verelim be dedi, benim iç seste öyle efendimli ricalı konuşmalar yok. Bizim devlet demokratik hatta sosyalist. :))

Arkadaş gibiyiz kerimle, yanlış yaptığımda ben ona bağırıyorum sonra o bana bağırıyor bazen salak diyor gerizekalı diyor. Hiç alınmıyorum. Adam haklı beyler diyip bazen yanlış yaptığında ben de ona sövüyorum. Delirmeye yakın bir ruh haleti içerisine girdim yine Ramazan'ın geriye kalan şu 9 gününde. Kerim, sence her şeyi açıkça anlatmalı mıyız bizi takip edenlere? Yok yok öyle olmaz o bekle gelsinler seni tanısınlar, dertlerini anlatsınlar ömrünün 4te birini bir ver onlara da öyle. Kendi kendine konuşana deli derlermiş peh.. Desinler değişemem desinler değişemem..

Vay be konudan konuya atlamak gibi olacak ama.. Belki de deli damgasını acımadan vuracaksınız kıçıma, mühim değil. Ben kendi halinde yaşayan bir kulum nasılsa. Merak etme kerim, deli de deseler divane de deseler bakacağız bir çaresine olmazsa alır başımızı gideriz uzaklara seninle.

Gencecik yaşımızda ticarete atılırız, belki azıcık gücümüzü kullanır para kazanırız. Belki hiç bir işe yaramadan geberip gideriz, önemli değil. Mutlu olalım da, gerisi hikaye. Hatta ne hikayesi roman roman..